Amaç: İnsani gereksinimler ile sağlık
arasındaki ilişkiler hakkında bilgi sahibi olmak
Öğrenim hedefleri:
1. Yoksulluk
ile yoksunluk kavramlarını açıklayabilmek
2.
Yoksulluğun sağlık üzerindeki olumsuz etkilerine örnekler sunabilmek
3. Toplumsal
dışlanmanın farklı bağlamlarda alabildiği biçimleri sıralayabilmek
Danışman: Akif Akalın
(LB)
Genel
bir ifadeyle yoksulluk; insanların gıda, barınma gibi temel fizyolojik
ihtiyaçlarını karşılayamadıkları ya da karşılayabilseler bile gelir
dağılımındaki dengesizlikler sonucu toplumsal standardın gerisinde kaldıkları
bir yaşam biçimidir. En düşük yaşama standardına ulaşamama durumu da
diyebiliriz. Yoksunluk ise, yoksulluğa toplumsal ve siyasal bir açıdan da
bakmayı gerektiren bir kavramdır. Çünkü ekonomik eşitsizliklerin toplumsal
dışlamaya varacak kadar derinleştiği toplumlarda yoksulluk, yoksullar için
kaynak ve fırsat yoksunluğuna dönüşür.
Sosyal
ve ekonomik eşitsizliklerin artmasıyla birlikte toplumların varlıklarını devam
ettirebilmeleri ve temel ihtiyaçlarını karşılayabilmeleri giderek zorlaşmaktadır.
Özellikle gelişmekte olan ülkelerin çoğunda (Türkiye dahil diyebilirim) bunun
sonucu olarak yoksulluğun giderek arttığını görüyoruz. Sanayi devrimi
sonrasında tamamıyla değişen üretim ilişkileri, toplumsal yapıyı da baştan
aşağı değiştirmiştir. Üretim ilişkilerinin değişmesiyle birlikte toplumsal
sınıflaşma belirginleşmiş ve üretilen artı değerin eşitsiz dağılımı, yoksul
nüfusun varlığını arttırmıştır. Şiddetli yoksulluk koşulları içinde yaşamlarını
devam ettirmeye çalışan aile bireyleri, barınma da dahil pek çok kamu
hizmetinden yararlanamamaktadırlar.
Yoksul
aile bireylerinin genellikle eğitimsiz olmaları ya da eğitim düzeylerinin düşük
olması, niteliksiz iş gücü olarak kabul görülmelerine neden olmakta, bu da
yoksunluklarını pekiştirmektedir. Özellikle yüksek oranda çocuk ölümleri,
yetersiz ve beslenme, sürekli sağlık bozukluğu ve eşit biçimde eğitimden
yararlanamama bu yoksunlukların en derin olanlarıdır. Bu yoksunluklar
insanların fiziksel ve zihinsel gelişmelerini etkilediği kadar psikososyal durumlarını
da olumsuz yönde etkilemekte. Bu noktada yoksulluk; öz saygı, kendine güven
gibi temel ihtiyaçlardan yoksunluğun yaşandığı bir süreci de içerir.
Sosyoekonomik
durum ile sağlık arasında birbirini sürekli etkileyen bir ilişki olduğu,
hastalıkların bazı bireyleri gerekli bir gelir elde etmeden alıkoyduğu, bunun
da bireyleri sosyoekonomik açıdan aşağı çektiğini söyleyebiliriz. Yani
yoksulluk, hastalıkların artması, çalışma gücünün azalması, üretim düşüklüğü ve
gelir azlığı kısır bir döngüdedir diyebiliriz.
Beslenme,
sağlığı belirleyen temel değişkenlerden birisidir bildiğimiz üzere. Gelir
düzeyi düşük aileler temel besin kaynaklarını zor koşullarda karşılarken,
yüksek gelirli aileler kolaylıkla gerekli olan yüksek protein değerli besinlere
ulaşabilmekteler. Türkiye’deki ailelerin büyük kısmının açlık sorunuyla karşı
karşıya olduğu ve insan beyninin gelişiminin dengeli - düzenli beslenme ile
doğru orantıda olduğunu düşündüğümüzde, yoksulların entelektüel yeteneğinin de
kısıtlı olmasını bekleriz. Gebelikte ve erken çocukluk dönemindeki
dengesiz-düzensiz beslenme ve vitaminlerden fakir gıda alınması sebebiyle
yeterli zekâ kapasitesine ulaşamayan yoksulların bu durumları, eğitim haklarını
da engellemektedir.
Sağlık,
sosyoekonomik eşitsizliklerden doğrudan etkilenir. Fakat bazı ideolojiler
sağlığın sınıfsal ve toplumsal kimliklerle ilişkisini kesmeye çalışmakta ve
sağlık sorununu bireyin bireysel sorunu haline getirmektedir. Sağlık hizmetleri
söz konusu olduğunda sosyalizmde eşitlik, bireylerin koruyucu ve tedavi edici
sağlık hizmetlerinden gereksinimleri ölçüsünde yararlanabilmeleri anlamına
gelir. Böyle baktığımızda sağlık hizmetlerinin eşit kullanılmasını engelleyen
para ve mesafe, iki temel faktördür. Bireylerin satın alma güçleri, sağlık
hizmeti kullanımını engelliyorsa finansal; ulaşım-mesafe sağlık hizmeti
kullanımını engelliyorsa ulaşımsal eşitsizlikten söz ederiz. Bu sorunlar insan
haklarına aykırıdır ve siyasaldır.
Türkiye’de
dar gelirlilerin, bu tür eşitsizliklerin mustaribi olduğunu biliyoruz. Aşağı
toplumsal sınıfların üzerlerindeki hastalık yapıcı etkenler fazla olduğu için,
sağlık hizmetine en çok gereksinimi olan onlardır. Bu noktada ters kullanım
yasası işlemekte. Bulundukları sosyoekonomik ve sınıfsal koşullar nedeniyle
hizmete en çok gereksinim duyanlar, yine koşullar nedeniyle hizmetten yeterince
yararlanamıyorlar.
Sağlık
hizmeti kullanımında eşitlik için gelir dağılımında eşitlik, bunun için de
sosyalist bir rejim şarttır. Sosyalizm herkese eşit eğitim fırsatı sunar, bunun
sonucunda da herkese iş olanağı sağlar; gıda, konut, sağlık, eğitim gibi temel
gereksinimleri herkes için garanti eder; yani yaşam sosyalizmde kamu tarafından
desteklenir; sağlık hizmetlerinden para alınmaz. Kâr etmek kapitalizmin temel
amaçlarından olduğu için, kapitalistler sağlığa yatırım yapacaklarında
tedaviciliği, hastanecilik sektörünü seçerler. Hastanelerini en ileri
teknolojilerle donatırlar. Kapitalist sağlık sistemi; tedavi, hastane, teknoloji,
ilaç odaklıdır. Tüketimcidir. Sosyalizm sağlık hizmetine para kazanılacak bir
alan olarak bakmadığı için öncelikle sağlığı geliştirecek faaliyetlere yatırım
yapar.
Reel
sosyalizmin çözülüşüyle birlikte eski Sovyet ülkelerinde kamu sağlık harcamaları
azalmış, halkın kendi cebinden sağlık harcamaları artmış ve toplumsal
eşitsizliklerin derinleşmesiyle birlikte sağlık hizmetlerine ulaşım zorlaşmaya,
yaşam süresi kısalmaya ve bulaşıcı hastalıklar yayılmaya başlamıştır. Salgın
ve bulaşıcı hastalıkların yayılmasını engelleyen koruyucu sağlık merkezlerinin
kapatılması, gebe ve anne-bebek izlemlerinin durdurulması yıkıcı etki
yaratmıştır. Artık tarihte kaldığı düşünülen ve yoksullukla doğrudan bağlantılı
hastalıklar eski Sovyet cumhuriyetlerinde sıradanlaşmaya başlamıştır.
İklim
şartlarının, savaşların, doğal afetlerin, coğrafi keşiflerin, dini, siyasi ve
ekonomik durumların, sanayi devrimi ve kapitalizmin neden olduğu göçler,
dünyayı siyasi, ekonomik, sosyal ve kültürel açıdan ciddi etkilemiştir.
Göçmenler ekonomik nedenler ve kötü barınma şartlarının da etkisiyle düzenli
bir beslenme imkânına sahip değiller. Göçmen grupların çoğunluğu üç öğün yemek
yiyemiyor. Çocuklarda ciddi beslenme bozukluğu bulguları var.
Göçmen
grupların karşılaştığı en önemli problemlerden biri de sağlık sorunlarıdır. Göç
ederken yolda karşılaştıkları yaralanmalar, kazalar, yol şartlarının getirdiği
olumsuz durumlar göçün başında sağlığı olumsuz etkilemeye başlamaktadır.
Göçmenler gittikleri yerlerde birçok açıdan olduğu gibi sağlık konusunda da
dezavantajlı duruma düşmektedirler. Göçmenler başka bir yere göç ettiklerinde
gerek yeni bir ortama girdikleri için gerekse de kötü koşullarda yaşadıkları
için tüberküloz, bit, uyuz, solunum yolu enfeksiyonları, cilt enfeksiyonları
gibi bulaşıcı hastalıklara yakalanma riski yükselmektedir.
Çocuklarda
bağışıklama hizmetleri aksadığı için çocuk sığınmacılarda suçiçeği, difteri,
boğmaca, kabakulak, neonatal tetanoz gibi hastalıkların görülme sıklığı
artmaktadır. Erişkinlerde ise cinsel yolla bulaşan hastalıklar daha sık
görülebilmektedir. Beslenme ve gıda erişiminin yetersiz olmasından kaynaklı
beslenme bozuklukları, anemi, çocuklarda büyüme ve gelişme geriliğine sık
rastlanmaktadır.
Sigara
ve alkol tüketimi, yüksek kalorili beslenme göç eden gruplarda sık rastlanan
sağlıksız durumlardır. Başka bölgeden farklı sebeplerle göç ederek gelip
yerleşen veya sığınan göçmenler çoğunlukla ucuz iş gücü olarak görülmekte ve en
ağır işlerde kötü şartlarda sosyal güvenceleri olmadan, iş sağlığı ve güvenliği
hizmetleri almadan çalıştırılmaktadır. Diğer elverişsiz şartların yanında
sağlık riski yüksek işlerde çalıştırılan göçmen gruplarında ciddi sağlık
problemlerinin görülmesi ihtimali yüksektir.
(MNK)
Fiziksel,
sosyal ve biyolojik etkenlerin insan sağlığı üzerindeki etkilerinin birbiriyle
bağlantılı olduğu bir gerçektir. Örneğin gelirin sağlığın en önemli
belirleyicilerinden olduğunu söyleyebiliriz. Yani sağlık bozukluklarının
kökeninde maddi durum bulunur ve buna bağlı olarak artan işsizlik, refah
düzeyinin düşmesi sağlık problemlerini de beraberinde getirir. İyi beslenmeme, uygun
evlerde yaşayamama sağlık problemlerine yol açıyor. Sağlık problemlerinden
bahsederken sosyal ve psikolojik sorunları da göz ardı etmemek gerekir.
İnsanlar
genelde önlerinde iyi bir gelecek göremedikleri veya yetersiz hissettikleri
için yaşamlarına son veriyorlar. İntihar vakalarının yoksunluk düzeyiyle doğru
orantılı artışı da bunu gösteriyor. Güncel olarak da Türkiye'de atanamayan
öğretmenler, işten çıkarılan işçilerde de bu durum gözlemlenebilir. Ayrıcalıklı
meslek grubu olarak kabul edilen hekimlerde bile intihar vakalarında bir artış
söz konusudur. Bunun sebebi sağlıkta dönüşüm ile birlikte ayrıcalıkların
ortadan kalkması, ağır işi yüküyle ortaya çıkan depresyon ve tükenme. Sağlığın
yoksulluk ile ilişkisini açıklamakta hekimlerin yaşadığı bu durum farklı bir
açıdan bakmamızı sağlayabilir.
1980
ve sonrasında Doğu Avrupa ülkelerindeki mortalite artışını sosyalizmin
çözülmesine bağlayabiliriz. Politik ve ekonomik değişiklikler, çalışma şartları
ve yaşam standartlarında negatif açıdan büyük bir değişim gerçekleşmiştir. Bu
yüzden hızlı yoksullaşmanın sağlığı kötü bir şekilde etkilemesi kaçınılmazdır.
Ayrıca sosyalist ülkelerde sağlık yaklaşımı, toplumda yaşayan bireylerin
hepsine, sağlanabilecek en iyi şekilde, para kazanma kaygısı olmadan verilen
temel hizmetlerden oluşuyordu. Çözülmeyle beraber sağlıktaki eşitsizliğin
artmasıyla bunlar ortadan kalktı.
Eğitim
düzeyi düşük olan bireylerde mortalite oranı daha çok artış yapmıştır. Devlet
tarafından sağlanan asgari koşullardan yoksun kalması bu farkın oluşmasında
etken olduğu söylenebilir. Bu durumdan en çok etkilenen grubun çocuklar
olduğunu da söyleyebiliriz. Yoksulluk içinde yaşamak çocukların beslenme, hastalık
ve kazalardan korunma, sağlıklı yaşama, büyüme ve gelişme açısından gerekli
olanaklardan yoksun kalmalarına neden olmaktadır. Ayrıca yoksulluk yüzünden
eğitimlerini tamamlayamadan erken yaşta iş yaşamına dahil olmak zorunda
kalmaktadırlar.
Eğitim
seviyesi, işsizlik, yoksulluktan ve eşitsizlikten söz ettik. Bunların temel
birleşimiyle toplumsal dışlanma dediğimiz kavramdan bahsedilebilir. Toplumsal
dışlanma sadece söz ettiğimiz kavramların işleyişinden meydana gelmeyebilir.
Birçok durum için toplumsal dışlanmadan söz edebiliriz. Güncel Türkiye'den
örnek verecek olursak en göze çarpanlardan biri ülkelerindeki savaştan kaçan
Suriyeli sığınmacılar. Piyasa için ucuz iş gücü olan 4 milyona yakın sığınmacı
çalışma izni olmadan ağır şartlarda çalıştırılabilmektedir. Bu da ''yoksulların
rekabetini''* yoğunlaştırır. Yani yerli işçinin ücretlerinde düşüşe ve işsiz
kalmasına neden olmaktadır. Faşist ve milliyetçi yapının da beslenmesini
sağlayarak sığınmacı ve göçmenlere karşı ırkçı bir öfke oluşturmasına sebep olduğunu
söyleyebiliriz.
Bir
diğer göze çarpan toplumsal dışlanmayı kadınlar üzerinden de hissediyoruz.
Kadın cinayetleri, şiddet son yıllarda hızlı bir artışı bir örnek olabilir.
Ayrıca kadını ikinci sınıf olarak gören sosyal değerler çalışma hayatında da
benzer etkiyi göstermiştir. Kadınlar hem eşit olmayan koşullarda çalışmaya hem
ev işleri ve çocuklarla ilgilenmek zorunda bırakıldılar. Yoksulluk ve
cinsiyetçi yaklaşımın aslında bağlantılı olduğu bir gerçektir. Sömürü düzeni
var oldukça tüm bu sorunların kökten çözümü mümkün olmayacaktır.
Tartışma Soruları
1.
Yoksulluğun sağlık üzerine etkileri hangi yollardan gerçekleşir?
2. Toplumda
yoksulluğun artmasına ve yaygınlaşmasına yol açan nedenler nelerdir?
3.
Sosyalizmin çözülmesinden sonra eski sosyalist ülkelerde sağlığın hızla ve çok
dramatik biçimde bozulmasını hangi faktörler açıklamaktadır?
4.
Göçmenlerde ve mültecilerde sık görülen sağlık sorunları nelerdir?