ERKEN YAŞAM

Amaç: Erken yaşam deneyimlerinin, bireyin yaşamı boyunca sağlığı üzerindeki etkileri hakkında bilgi sahibi olmak

Öğrenim hedefleri:
1. Biyolojik programlama (Barker) hipotezini tanımlayabilmek
2. Düşük doğum ağırlığını tanımlayabilmek ve ileride yol açabileceği sorunları sıralayabilmek
3. Anne adayının gebeliği sürecinde maruz kaldığı olumsuzlukların, bebeğin sağlığı üzerine nasıl etkili olabildiğini açıklayabilmek

Danışman: Ebru Basa

E.P.

Gebelikte beslenmenin amacı, annenin hem kendi fizyolojik gereksinimlerini karşılaması hem de fetüsün büyüme ve gelişmesi için gerekli besin öğelerini ve enerjiyi sağlamaktır. Fetüsün bedensel ve zihinsel olarak büyümesi ve gelişmesi, annenin gebeliği süresince yeterli ve dengeli beslenmesi ile mümkündür. Fetüs döneminde organların gelişimi önemli yer tutar.

Barker hipotezinden yola çıkarak, fetüs döneminde meydana gelen beslenme yetersizliğinin organ gelişim geriliğine, bununla da ilişkili olarak erişkin dönemde birçok hastalığa neden olduğu söylenebilir. Annenin yetersiz beslenmesi fetüs beslenmesinde değişikliklere yol açarak vücuttaki stresi arttırır.

Stres vücudun çevreden gelen taleplere karşı adaptasyonunu sağlayan ve hayatta kalabilmek için geliştirdiği bir yanıttır. Vücuttaki stres ve devamında meydana gelen endokrinolojik değişiklikler sadece beslenme yetersizliği ile ortaya çıkmaz. İşsizlik, maddi yetersizlikler, savaş, doğal afet gibi birçok durum ile de ortaya çıkabilir. Stres yanıtında glikokortikoid artışı meydana gelir ve bunun sonucu olarak kan basıncında artış görülür.

İntrauterin büyüme geriliği olan bebeklerde glomerül ve nefron sayısında azalma ile birlikte glomerüllerde hiperfiltrasyon ve hipertrofi geliştiği, böbreklerden sodyum atılımı azaldığı tespit edilmiştir. Yine büyüme geriliği sebebiyle damar yapılarında bozulma vardır. Tüm bunlar birlikte erişkin yaşamda hipertansiyon eğilimini arttırmaktadır.

Düşük Doğum Ağırlığı (DDA), 2500 gramın altında gerçekleşen canlı doğum ağırlığı olarak tanımlanır. Risk faktörleri ülkelere ve hatta aynı ülkenin bölgelerine göre farklılık göstermektedir. Gelişmiş ülkelerde alkol, uyuşturucu madde ilk sıralarda yer alırken, ülkemizde bu risk faktörlerinin etkisi çok azdır. Doğum ağırlığı ile ilişkili faktörler arasında anne yaşı, sigara kullanımı, ekonomik durum, gebelik öncesi vücut kitle indeksi, gebelik kilo alımı, gebelikte kan basıncı seviyesi ve gebelik aralığının etkisi vardır.

Türkiye’de erken yaşta evlilik sorunu çözülememiş, aksine bu sebeple ceza alanların affedilmesine yönelik düzenlemeler “Mağdur ailelerin yüzü gülecek” gibi haber başlıklarıyla tartışılmaktadır.

Durualp ve arkadaşlarının 2011 yılında 130 anne ve bebek üzerine yaptığı araştırmada 2000-2500 gram ağırlığında doğan tüm bebeklerin annelerinin gebelik öncesi ve gebelik süresince sigara içen anneler olduğunu, sigara kullanmayan annelerin ise bebeklerinin tümünün doğum ağırlığı 2500 gramın üzerindedir saptanmıştır.

Sosyoekonomik dezavantajlar direkt olarak düşük doğum kilosuna yol açmamakta, ancak sağlık hizmetlerine ulaşımı, yeterli ve dengeli beslenmeyi engelleyerek ve strese yol açarak dolaylı bir etkili olduğunu belirtmektedir. Doğum sonrasında düşük doğum ağırlıklı bebekler normal doğum ağırlıklı bebeklere oranla daha yüksek hızda beslenme görülmektedir. Bunun sonucunda çocukluk ya da erişkinlik döneminde obezite riski artmaktadır.

Gebelik döneminde sağlık personeli tarafından danışmanlık alınması önemlidir. Bu danışmanlık doğum öncesi bakım olarak ifade edilir. Bilgilendirme, riskli durumları belirleme, doğumu  planlama gibi müdahaleleri içeren sürekli bakımın anne ve çocuk sağlığı için olumlu sonuçları vardır. Kırsalda yaşayan, eğitim düzeyi ve sosyoekonomik düzeyi düşük, sosyal güvenceye sahip olmayan gebelerin doğum öncesi bakım hizmetlerine ulaşamadığı saptanmıştır. Tüm bu sosyoekonomik farklılıklar sağlıkta eşitsizlik yaratmaktadır.

Yenidoğanın beslenmesinde de sosyal eşitsizlikler etkilidir. Doğumdan hemen sonra bebeğin emzirilmesi gerekirken, sosyoekonomik düzeyi düşük, eğitimi yetersiz gruplarda 3-5 ezan bekletilme geleneği vardır. Buna bir de annenin bakımsız, sık doğum ve yetersiz beslenme nedeniyle tükenmiş olması da eklenince, süt verimi de düşmektedir. Bu gruplarda gebelik ve doğuma ilişkin ölüm oranları da yüksektir. Bunun sonucu çocuklara erken aylarda uygun olmayan ek besinler verilmektedir. Uygun olmayan ek besinler anne sütünün biyoyararlılığını azaltırken, çocukta enfeksiyon riskini artırmaktadır.

Döllenmeden, 2 yaşına kadar süren ilk 1000 gün, bireyin bütün yaşamının olduğu gibi bilişsel gelişim yönünden de önemli bir belirleyicisidir. Beyin gelişiminin  % 80’ni bu dönemde meydana gelir. Sosyoekonomik düzeyin düşük olması intrauterin gelişim geriliği, yetersiz beslenme, stres maruziyetine etki ederek de beyin gelişimini etkilemektedir. Bununla beraber erken yaşlardaki beslenme yetersizliği de bilişsel performanslarını, okul başarısını olumsuz yönde etkiler.

Sağlıkta eşitsizliklerden bahsederken genellikle gözle görülen sağlık hakkından eşit faydalanma üzerinde durulur. Bu işlediğimiz konu doğrultusunda eşitsizliğin sadece sosyal açıdan değil, biyolojik açıdan da insanları hasta ettiği görülmektedir. Sosyoekonomik düzeyi kötü olan bir ailenin DDA’lı kız çocuğu ileride anne olduğunda DDA’lı çocuk doğurma riski daha fazladır. Mecazen de olsa sosyoekonomik düzey genetik olarak miras sayılabilir. Yani eşitsizlikler eşitsizlikleri doğurmaktadır. Eşitsizliklerin daha fazla sürmemesi ancak toplumcu sağlık anlayışının benimsenmesi ile çözülebilir.


KATILIMCILARIN SORULARI / DÜŞÜNCELERİ

E. K.

Yazarlar, neredeyse tüm fiziksel ve psikolojik sağlık sorunlarını sosyo-ekonomik düzeyin düşüklüğü ile ilişkilendiriyorlar. Bireylerin ya da ailelerin sosyo-ekonomik düzeylerini "bir şekilde" yükseltmelerinin ise sorunları azalttığı şeklinde veriler sunuyorlar. Sosyo-ekonomik düzeyin sağlığı etkilediğini söylemek ancak sosyo-ekonomik farklılıkların nedenine dair sistematik bir değerlendirme vermekten kaçınmanın, mevcut söz sahibi kurumların yapısına içsel olduğunu biliyoruz. Ancak, sosyo-ekonomik eşitsizlikten bahsederken en azından sağlık hizmetlerine erişim ve erişim eşitsizliğinden de bahsetmekten kaçınmanın nedeni nedir? Yazarların bahsettiği ve sosyo-ekonomik düzeyle ilişkilendirdiği her bulguyu okurken, aklımıza bu sorunların ortak nedeninin sağlık hizmetlerine erişememek olduğu geliyorsa yazarların yaptığı bilinçli bir kaçış değil midir?


Çok güzel bir soru. Bence bu modülün tartışma konusu olabilir.


İlker Belek

Soru çok önemli ve yerinde ve aslında halk sağlığı alanındaki çok temel bir tartışmaya ilişkin: Bireylerin sağlığını belirleyen faktörler nelerdir ve daha da önemlisi acaba bu faktörler kendi aralarında "hiyerarşik" bir düzende toparlanabilirler mi? Bu soruya yanıt verirken iki faktör devreye girer:

1- Araştırmacının teorik duruşu ve

2- Ampirik araştırmaların bulguları.

Şüphesiz bu iki faktör birbirleriyle diyalektik bir ilişki içindedirler, ancak her ikisinin de birbirlerinden görece bağımsız belirleyicilikleri vardır. İşin bu kısmı bilim felsefesi alanına girdiği fazla uzatmıyorum. Ampirik araştırma alanında yaklaşık son 20 yıldır çok değişkenli istatistik analizler ve bunlara dayalı modellemeler sağlığın sosyoekonomik belirleyicileri konusunda çok değerli ampirik bilgiler elde etmemize olanak tanıyor.

Yine fazla uzatmama olanak yok, (aslında ben Sınıf, Sağlık, Eşitsizlik başlıklı kitabımda bu konu üzerine yoğunlaşmıştım), ancak sonuç olarak sağlığı belirleyen değişkenleri şöyle bir "hiyerarşik" bağlam içine yerleştirebiliriz:

1- Sınıfsal konum (gelir, eğitim gibi sosyoekonomik değişkenler bireyin sınıfsal konumuna bağlı olarak ortaya çıkarlar) hem bireyin sağlığını hem de bireyin sağlık hizmetine ulaşımını belirler. yani sağlık hizmetine erişim olanaklarını bireyin sınıfsal konumu ve bu değişkene bağlı olarak şekillenen gelir, eğitim gibi sosyoekonomik değişkenler belirler. Özellikle sağlık hizmetinin piyasaya açıldığı ülkelerde ve piyasalaşmanın derecesiyle orantılı olarak bireyin sağlık hizmetine belirleyen en önemli faktörler sosyoekonomik faktörlerdir. Sosyal güvenlik sistemi yeterince kapsayıcı değilse piyasa ortamında geliri düşük olanlar (ki bunlar sınıf konumu da düşük olanlardır) sağlık hizmeti gereksinimlerini karşılayamazlar.


2- Dolayısıyla sağlık hizmeti kullanımı sağlığı belirleyen çok önemli bir faktör olmakla birlikte, kendisi sosyoekonomik faktörlerce belirlenir. Burada önemli nokta sosyoekonomik konumun tanımlayıcısı olarak gelir ve eğitimin birbirlerinden ve genel üretim ilişkileri bağlamından soyutlanmış şekilde değil de üretim ilişkileriyle diyalektik ilişki halinde ele alınma zorunluluğudur. Üretim ilişkileri bağlamını birey ölçeğinde tanımlayan gösterge ise bireyin sınıfsal konumudur. Yazarların konuyu ele alışlarındaki sorun, bana göre, sağlık hizmeti kullanımının sağlık üzerindeki etkilerini görmezden geliyor oluşları değil (bu bölüm için bu da geçerli olsa bile), üretim ilişkileri bağlamına hiç dikkat çekmemiş olmaları.

******************************************************************************************************************************************************

Merhaba, bir arkadaşımız dışında sorusu olan yok, ben bir soru sormak istedim: Aslında çok ilginç bir konuyla başladık. Yazarlar hipertansiyondan diyabete, obeziteden kalp hastalıklarına kadar günümüzün neredeyse bütün önemli sağlık sorunlarının yaşamın ilk birkaç yılında annenin ve bebeğin bakımı ve beslenmesiyle ilişkili olabileceğini söylüyor.
Sorum şu: Hemen her gün medyada bu konulara ilişkin tartışmalar oluyor, Canan Karatay bir şey söylüyor. Sizce neden kimse obezite, kalp hastalıkları veya diyabet konusunda erken çocukluk döneminden bahsetmiyor?

E.P.

Merhaba,

Erken yaşamın etkisi ömür boyu sürmesine rağmen medyada yer almamasının sebeplerinden birinin satılacak bir ürün olmamasına bağlıyorum. Bu konuda işe yarayacak bir ilaç ya da belirli ürünler olsaydı ve bunların pazarlaması yapılabilseydi mutlaka şuan televizyonlarda izliyor olurduk. Örneğin şekersiz beslenme de sürekli gündemde, bu konudaki belgesellere Türkçe dublajlar bile yapılıyor. Sıfır şeker olarak satılan bir yığın ürün var işte bu tam olarak pazarlama temelli toplumu karşılıyor. Fakat "The Nine Months That Made You" belgeseli bırakın dublajı hiçbir Türkçe sitede dahi yok.


Koruyucu sağlık hizmetleri yerini tedavi edici hizmetlere bırakmış olması da diğer etkenlerden biri olarak sayılabilir.

******************************************************************************************************************************************************

D.S.

İki sorum olacaktı. Yoksulluğun genetik olarak geçmesi mümkünmü. Doğumda kilosu normal olanlarda sonradan hastalıklar çıkamazmı. Teşekkür ederim

İlker Belek

İki soruya kendi adıma şu yanıtları verebilirim:

1- Yoksulluk, sosyal ve siyasal bir sorun olduğu için genetik geçişli sağlık sorunları arasında değildir. Tıpta, genetik geçişli ifadesi tıbbi hastalıklar-sorunlar için söz konusu edilir. Ancak öte yandan, şu iki nedenle yoksulluğu genetik geçişli bir sağlık sorunu olarak da görebiliriz: a) Yoksulluk bireyin sınıfsal konumuyla ileri derecede ilişkilidir. Hatta denilebilir ki, sınıfsal konum yoksulluğun belirleyicisidir. b) Bireyin sınıfsal konumu da, yine ileri derecede,  ebeveyninin sınıfsal konumuyla ilişkilidir, hatta ebeveyninin sınıfsal konumu tarafından belirlenir. Pompalanan bütün sınıf atlama hayallerine rağmen kapitalist üretim ilişkilerinde yukarı doğru sınıfsal hareketlilik, yani sınıf atlama olanağı çok sınırlıdır ve bu gerçek özellikle işçi sınıfının alt tabakaları için kesin kural gibidir. İşte bu anlamda işçi sınıfının yoksulluğu ve eşitsizliği ve bu ikisiyle bağlantılı her tür sorunu, genetik olarak devr aldığı söylenebilir.

2- Şüphesiz pek çok hastalık doğum kilosu normal olan bireylerde de ortaya çıkar. Zira, hastalıkların tek nedeni düşük doğum ağırlığı değildir.

Kolay gelsin.

*******************************************************************************************************************************************

L.A.

Yazar 51. sayfada 6. ve 8. aylar ve 12. ve 13. aylar arasının psikolojik açısından hassas dönemler olduklarını söylemiştir.

Özellikle bu dönemler içinde ebeveynlerin dikkat etmeleri gereken önermeleri içeren eğitim programlarının düzenlenmesi bence bu konuda büyük katkı sağlayabilir.


**********************************************************************************************************************************************

İlk konumuz sağlıkçı olmayan katılımcılarımız için fazla “tıbbi” görünebilir fakat bu modülü işlemekteki amacımızı anımsarsak bunun çok önemli olmadığını görürüz.

Amacımız fetüsün nelere maruz kalırsa, sonuçlarının neler olabileceğini veya bu sonuçların nasıl önlenebileceğini / giderilebileceğini öğrenmekten çok, sağlık – hastalık sürecinde insanın biyolojik varlığı ile sosyal varlığı arasındaki karşılıklı etkileşimi görmekti.

Modülde aslında duvarlarıyla, plasentasıyla, göbek kordonuyla, amniyon sıvısıyla vb fetüs için tamamen içinde geliştiği “biyolojik” bir çevre olduğu düşünülen anne rahminin, aynı zamanda nasıl bir “sosyal” çevre olabildiğini gördük. Fetüs henüz birkaç hücreden oluşan bir embriyo halindeyken dahi, annesinin maddi yaşam ve çalışma koşullarının bütün etkilerine maruz kalmaya başlıyordu.
Çok abartılı gibi görünebilir fakat bu modülü işledikten sonra, geçen hafta kabul edilen yeni tütün düzenlemesinin, bugün annelerinin dahi henüz varlığının farkında olmadıkları (tespit edilmemiş) embriyoların, ilerideki yaşamını etkileyebileceğini biliyoruz.  

*********************************************************************************************************************************************

G.L.B.

Erken yaşam döneminde sağlıkta ve gelişimde fiziksel, çevresel faktörlerin yanında sosyal, ekonomik ve toplumsal faktörler de oldukça önemli rol oynar. Sosyal çevre sadece erken yaşamda etkisini göstermez, hayatın ilerleyen dönemlerinde de bireylerin yaşam koşullarının şekillenmesinde etkendir. Erken yaşamdaki büyümenin zayıf olmasına bağlı pek çok sağlık sorunuyla karşılaşabiliriz. Bu, yapılan araştırmaların yanında erken yaşam dönemindeki gelişimin hem bedensel hem ruhsal anlamda ne kadar önemli olduğunu bizlere gösteriyor.

Erken yaşamla ilgili bahsettiğimiz sosyal ve fiziksel koşullar, karakter ve davranışların da şekillenmesinde etkilidir. Bireylerin "bireysel" ve "toplumsal" manada gelişimleri göz ardı edilemeyecek kadar önemli olduğu göz önüne alındığında erken yaşam döneminin önemi bir kere daha görüyoruz.

"Eğer bir yıl sonrası için plan yapıyorsanız pirinç yetiştirin, on yıl sonrası için plan yapıyorsanız ağaç yetiştirin, eğer 100 yıl sonrası için plan yapıyorsanız kadınları eğitin." cümlesini çok doğru buldum. Gelecek nesillerimizin yetişmesinden biz sorumluyuz ki bunda ebeveynlere oldukça büyük bir pay düşmektedir çünkü bireyin pek çok anlamda şekillenmesi aileyle başlar, özellikle anneyle. Buradan bakıldığında aslında çocuk, annenin pek çok anlamda aynasıdır. Yeterli beslenme (bkz. düşük doğum ağırlığı), fiziksel gelişim, eğitim, sosyal beceriler ve iletişim, güven vs. pek çoğu anneyle başlar. Bu yüzden annenin eğitilmesi ve iyi koşullarda çocuğunu yetiştirebilmesi fazlasıyla ehemmiyetlidir.

Toplumlara baktığımızda gelişmiş ülkelerdeki annelerin doğal olarak çok daha bilinçli, çok daha az çocuk sahibi ve iyi eğitimli bireyler olduğunu görüyoruz; böyle bir annenin büyüttüğü çocuk da tamamen aynı olmasa bile benzer özellikleri gösterecektir.

Erken yaşamla ilgili değinilmesi gereken başka şeyler de politikalardır. Bu politikalar fiziksel sağlığa odaklanmasının yanında ruhsal sağlığa da odaklanmalıdır çünkü ruh ve beden bir bütündür. İkisinden birindeki bir sıkıntının diğerini etkilemesi kaçınılmazdır. Bunun yanı sıra politikalar başta sağlık çalışanları  ve ebeveynler olmak üzere toplumun her kesiminden insanı eğitebilecek şekilde düzenlenmelidir. Erken yaşamın ve gelişimin önemi insanlara aktarılmalıdır.

*****************************************************************************************************************************************************

Ş.D.

Çocuk gelecektir ve geleceğin toplumu çocuğun eğitimi ve sağlığıyla şekillenir. Doğum öncesi ve sonrası çocuğun bağlantılı olarak ebeveynlerin durumu eğitim ve sağlığın iyilik durumu için önem arz etmektedir. Bu iki etkileşime bir de toplum eklenir. Bu 3 ana kavramın birbiriyle olan etkileşimi erken yaşam koşullarını ve sağlığını oluşturur.
  
Düşük doğum ağırlığı doğumun 2500 gramın altında gerçekleşmesi durumudur. Annenin gebelik sırasında kullandığı sigara, alkol; yetersiz beslenmesi düşük doğum ağırlığına sebep olmaktadır. Sosyoekonomik düzeyim düşük olması ve eğitimsizlik annenin bu tür davranışlar sergilemesine sebeptir.

Eğitimsiz annelerin çok çocuklu olması, her çocuğun bireysel ihtiyacı olan ilgiyi alamamasına ve çocuğun beslenmesini yetersizliğine yol açar. Burada doğum kontrol yöntemleri hakkında toplumu bilgilendirme ile önlem alınabilir. Fakat bazı toplum yapıları bu tür olaylara kapalıdır. O sınıfın gelir düzeyi ve eğitimsizliğinin sonucudur. Yani temelde sorun vardır ve sorun temelden çözülmelidir. Reformize edilmiş çözümler kısa vadelidir.

Kadının toplum içindeki yeri çocuk sağlıklı çocuk yetiştirmesinde etkilidir. Mutfağa kapatılmış, politikaya girememiş, özsaygısı düşük anneler sönük karakterli ve boyun eğen bireyler yetiştirir. Kadın çocuğun gözünde rol modeldir.

Sömürü düzeninin sonuçlarından sosyal sınıf eşitsizliği bir kısmı çok yoksullaştırıp yetersiz beslenmesine, ruhsal sağlık problemleri yaratmasına; küçük bir kısmı da zenginleştirip beslenme seçeneklerinin ve harcama güçlerin artmasına, aile bağlarının zayıflatır çocuğun ebeveynlerin den kopuk bir dünyada  yetişmesine sebep olmuştur. Sosyal eşitlik kişi başına düşen gelir az olsun olmasın toplum sağlığını iyileştirmeye yönelik kalıcı bir çözüm olacaktır.

Bu noktada sağlık kurumlarına ve hekimlere düşen koruyucu hekimliğe ağırlık vermeleri olacaktır. Hasta olduktan sonra değil de bireyleri hasta olmadan önce hastalıktan koruma önlemleri alınması ekonomiktir ve toplum sağlığını önemli ölçüde korur.

Ebeveynlere verilen gebelik boyu danışmanlık, doğum sonrası çocuğun sağlığı hakkında  bilgilendirme yine hekimlere düşer. Ama yine sosyal eşitlik bakımından tüm bunların devlet eliyle yapılması gerekir. Dolayısıyla sosyal eşitlik ortamı da bunun sonucunda toplum sağlığı da yine politikayla bire bir ilişkilidir. Aksi takdirde yaşam hakkı parayla satılır hale gelir.


Yazarların böyle bir konuyu tartışırken "kadın" sorununa daha çok vurgu yapmaları beklenirdi. Toplumsal cinsiyetin, toplumsal eşitsizlikleri üreten ve yeniden üreten güç ilişkileri içinde değerlendirilmemesi, kadının güçlendirilmesi için eğitim yanında başka öneriler olmaması eksiklik.

******************************************************************************************************************************************************

İ.Ş.

Erken çocukluk gelişiminde önemli 3 temel faktör vardır. Bunlar;  beslenme,çevre ve eğitimdir.

Beyin gelişimi döllenmeden kısa süre sonra başlayarak adölesan çağı boyunca devam etmektedir. Hızlı büyümenin desteklenmesinde gerekli besinlerin sağlanması önemlidir. Düşük doğum ağırlığı, doğum ağırlığının 2500 gramdan az olması durumudur. Düşük doğum ağırlıklı yenidoğanların ilk yıllarında hayatta kalma mücadelelerinin yanı sıra sık sık, solunumla ilgili hastalıklar, gelişimsel gerilikler ve beslenme problemleri de sık görülen sorunlar arasında gelmektedir . Gelişimsel geriliği tespit edilmiş yenidoğanlarda müdahale ne kadar erken olursa, içinde bulunduğu riskli durumdan o hızda kurtulmaktadırlar.

Anneler gebelik süresince sigara kullanıyorsa, bu da bebeklerinin düşük doğum ağırlığına neden olmaktadır. Ayrıca, düşük ve erken doğurma ihtimalinde artış görülmektedir.

******************************************************************************************************************************************************

Metinlerden yaşamın ilk yıllarının erişkinliğe ulaşıldığında ne kadar sağlıklı olunacağının önemli bir belirleyicisi olduğunu anlıyoruz. Yazarlar özellikle erişkinlikte ortaya çıkan kalp-damar sistemi rahatsızlıklarına yatkınlığın bu dönemde başlayabileceğini vurguluyor. Fakat gebelik bakımı ve beslenmesi, Türkiye'de kardiyovasküler cerrahinin önde gelen isimlerinden birinin "kalp sağlığını korumak için" önerdiği 10 başlık arasına giremiyor:
http://www.haber7.com/saglikli-yasam/haber/2239200-kalp-sagligini-korumak-icin-10-oneri
Diğer yandan önerilerin "niteliğine" baktığımızda, hepsinin "bireye" yönelik olduğunu görüyoruz. Bireyin içinde yaşadığı çevreye veya çalışma koşullarına ilişkin kamusal müdahale önerisi yok. 


TARTIŞMA SORULARI


1. Fetüs beslenme yetersizliğine nasıl yanıt verir?

İ.Ş.

Ebeveyn beslenmesi ile bebeklerde oluşan doğuştan şekil bozuklukları arasında bir bağlantı yer almaktadır. Doğal beslenen kabile topluluklarında doğuştan dudak-damak yarıkları, omurilik fıtıkları, kalp şekil bozuklukları gibi anormallikler neredeyse hiç görülmemektedir.

Tüm yenidoğanların % 2-3’ününde yapısal majör anormallikler bulunur. Bunların başında sırasıyla merkez sinir sistemi, kalp ve böbrek-genital organ anormallikleri gelmektedir. Bu sayı yalnız doğumda fark edilebilen anormallikleri içermekte ve özellikle renal/kardiyak sisteme ait, doğumdan sonra tespit edilen anormallikler eklendiğinde oran %5’e çıkmaktadır. Minör anormallikler ise doğal olarak çok daha fazla sayıda olmaktadır.

Yapısal bozuklukların yanında diyabet, kanser, alerji, geniz eti, bademcik, sinüzit, otizm, şizofreni, kanser ve kalp hastalığı gibi birçok hastalık anne karnındaki beslenme ile çok yakından ilişkili olabilmektedir.

Fetüsün sağlıklı beslenebilmesi için alması gereken takviyelerin başında  Folik asit, D vitamini (güneş), A vitamini, B12 viamini, omega-yağ asitleri, kolesterol, iyot, çinko ve probiyotikler  gelmektedir.

M.N.K.

Fetüs gelişmeye ve büyümeye devam ettiği için yetersiz beslenme gibi benzeri sorunlara oluşan yanıt doğum sonrasındaki yaşamını da etkileyecektir. Protein-karbohidrat oranındaki dengesizlikler fetal ve plasental büyümeyi etkileyerek düşük doğum ağırlığına ve erişkin dönemde kan basıncında artışa neden olmaktadır. Yüksek yağlı diyetle beslenme ve aşırı kilo alımı da erişkinde kardiyovasküler hastalıklar ve glukoz intoleransı gelişiminde etkilidir. Yetişkin döneminde ortaya çıkan hastalıkların -kalp hastalıkları, diyabet gibi- kökenlerinin de genel olarak erken dönem yaşamıyla bağlantılı olduğu gözlenmesi bununla ilişkilidir.


Kalp hastalıkları, diyabet gibi hastalıkların erken dönemle ilişkili olmasına rağmen neden kimsenin bahsetmediğine dair bir sorumuz vardı. Burada buna da değinebileceğimi düşündüm. Doğal beslenin, paketli ürün yemeyin anlayışının doğru bir yaklaşım olduğunu düşünüyorum ama bunun sosyo-ekonomik düzeyle ilişkili olduğunu, herkesin doğal ürünlere erişiminin olmadığını gözden kaçırdıklarını veya daha doğrusu görmezden geldikleri gerçeği var. Hasta değil hastalık odaklı oldukları için yani toplumcu sağlık anlayışıyla ele almadıklarından bu konunun bahsi geçmiyor.

G.L.B.

Fetüs, beslenme yetersizliğine karşı fizyolojik, metabolik ve yapısal olarak sürekli değişim göstererek cevap verir. Hücrelerimiz inanılmaz bir hızla çoğalıyor, organlarımız büyüyor, sistemlerimiz gelişiyor ve duyularımız şekilleniyor bu dönemde. Bu kadar hızlı bir değişimde elbette fetüs pek çok besin ögesine ihtiyaç duyuyor. Yetersiz beslenme, bazı doku ve organlardaki hücre sayısını ve yapısını bozabilir. Bunun yanında, erişkin dönemde birçok hastalığa neden olduğu söylenebilir.

A.B.

İntrauterin yaşamdaki beslenme şekli doğan bebeğin sadece fiziksel gelişimi üzerine değildir. Konjenital anomali, algısal ve davranışsal beceriler, obezite ve kronik hastalıklara yakalanma riskini arttıran metabolik olayları da etkiler. Anne adayının bu bilince sahip olmasının eğitim düzeyi ile ilişkili olduğunu bilmekteyiz. Genellikle toplumlar gebenin beslenmesinin bebeği etkileyeceğini bilir ancak daha çok bebeğin doğum kilosuyla, doğum zamanı ve o anki sağlığı ile ilişkilendirirler. Bebeğin ileri dönemde sahip olabileceği bir hastalığı intrauterin yaşamdaki beslenmesiyle bağlantısını bilmek için annenin bu konuda eğitimli olması gerekmektedir. Eğitim düzeyi düşük kesimlerde gördüğümüz bir başka algı ise gebe ne kadar çok beslenirse bebek o kadar sağlıklı doğar algısıdır. Oysa bebeğin anne karnında aldığı besinlerin niteliği en az miktarı kadar önemlidir ve ileride obezite veya diyabet gibi önemli sağlık sorunlarına neden olabilir.

L.A.

Fetus döneminde tüm organ ve dokular oluşup gelişmeye başladığı için sağlıklı beslenme son derecede hayati önem taşır. Yetersiz beslenme telafi edilmez bazı hasarlar yaratabilir.


2. Düşük doğum ağırlığı nedenleri nelerdir?


İ.Ş.

Gebelikte sigara kullanımı ve pasif içicilik düşük doğum ağırlıklı bebek doğurma, erken doğum ve düşük riskini de arttığı komplikasyonlar nedeni ile önemli bir halk sağlığı sorunu olarak halen güncelliğini korumaktadır. Sigara kullanımı, günlük içilen sigara sayısının artması, sigara içme süresinin uzaması, aynı ortamda başka kişilerin de sigara içmesi fetüsün ve yenidoğanın gelişme geriliği riskini daha da arttırmaktadır.

M.N.K.

Annenin yetersiz ve dengesiz beslenmesi düşük doğum ağırlığına neden olur. Burada annenin yaşadığı çevre ve koşullarda beslenmesiyle ilişkili olduğu için düşük doğum ağırlığının sosyo-ekonomik yapıyla bağlantısı vardır. Yeterli ve uygun gıda, uygun ev koşulları, sigara-alkol tüketimi, hava kirliliği gibi birçok sebeple düşük doğum ağırlığı ilişkilidir. Tabii ki genetik faktörler ve annenin gebelik öncesi yaşamının da büyük bir etkisi vardır. 

G.L.B.

Düşük doğum ağırlığının (DDA) aslında pek çok nedeni var. Hem kalıtsal hem çevresel faktörlerden söz edilebilir. Bunlardan biri annenin yetersiz beslenmesidir ki DDA, besin ve oksijenin genel olarak bebeğe az ulaşmasını bir sonucudur. Ek olarak genetik koşullar, erken doğum, annenin aktif veya pasif sigara içicisi olması/sigara içilen ortamlarda bulunması, gebelik zamanı alkol tüketimi, annenin geçirdiği hastalık ve enfeksiyonlar örnek verilebilir.

L.A.

Annenin sağlıksız beslenmesi; Fetüse yeterli oksijen ulaşmaması; Annenin sağlık açısından riskli alışkanlıkları olması ( sigara ve alkol kullanması gibi); Hava kirliliği; İlaçların yanlış kullanılması; Kötü sosyo-ekonomik koşullar


3. Doğum öncesi bakım ile çocukların ilerideki okul başarısı arasında nasıl bir ilişki vardır?

İ.Ş.

Erken çocukluk gelişimi destekleyen programlar içinde yer alan çocukların, zeka düzeylerinin daha yüksek olduğu, pratik düşünme, el-göz koordinasyonu, duyma ve konuşmalarının geliştiği ve okula başlarken daha çok okumaya hazır oldukları görülmektedir. Bu çocuklarda sınıf tekrarlama, okulu bırakma daha az görülmekte, okuldaki başarıları daha yüksek olmaktadır ve bu çocukların yüksek eğitime devam etme ihtimalleri artmaktadır. İyi eğitilmiş kişilerin topluma faydası ise yeni teknolojilere uyum yeteneğinin daha fazla olması, demokratik işleyişin kolaylaşması, düşük üreme hızı ve düşük suç işleme hızı olacaktır. Tüm bunlar da o toplumun ve toplumdaki insanların gelişimini sağlayacaktır.

G.L.B.

Doğum öncesi bakım, sağlıklı bir bebeğe sahip olabilmek için anne adayının kendi sağlığına özen göstermesi olarak tanımlanabilir. Annenin hamilelik süresince kendisinin ve bebeğin sağlığını etkileyen faktörler, bebek doğduktan sonra da onu etkilemektedir. Doğumdan önce bebeğin duygusal, irade ve düşünmeyle alakalı özellikleri gelişmeye başlar. Bu gelişimin sağlıklı olması durumunda çocukların eğitim hayatındaki başarısı da sağlıklı olacaktır çünkü beyinsel gelişim ve organ gelişimi, zihinsel gelişim sağlıklıdır. Örnek vermek gerekirsek, doğum öncesinde dengeli ve çeşitli beslenen bir anne adayı bebeğin sinir sisteminin gelişebilmesi için taze yeşil sebzeler tüketir ki bunlar folik asit kaynağıdır. Merkezi sinir sisteminin gelişiminde folik asit önemlidir. Doğum öncesi bakımla sağlıklı gelişen bir birey, okul başarısının yanında sosyal olarak da güzel işler çıkaracaktır.

M.N.K.

Kötü sosyo-ekonomik koşullar sonucu annenin yetersiz beslenmesi gibi birçok faktörün erken yaşamı ve erişkin dönemi etkilediği sonucunu çıkardık. Sadece fiziksel değil psikolojik açıdan da bu koşullar çocuğu etkilemektedir. Kötü koşullarda yaşamla birlikte ebeveynlerin yetersiz ve yanlış davranışları çocukların ileride özsaygısı düşük, depresyona ve intihara meyilli, insan ilişkilerinde zayıf bireyler olması olasılığını arttırmaktadır. Bu da eğitim hayatında yetersiz olmasına sebep olabilir.

L.A.

Fiziksel sağlık büyük önem taşıdığı gibi genellikle çok önemsemediğimiz, ruhsal sağlık da aynı önemi taşımaktadır. İnsan dünyaya geldiğinde yaşı 0 değil 9 ay olarak kabul edilmelidir. Çünkü doğumdan önce yapılan davranışların çocuğun fiziksel ve ruhsal sağlığı üzerinde etkisi vardır. 



Hem fiziksel hem de ruhsal olarak sağlıklı çocuk yetiştirmek sadece okul değil hayat boyunca çocuğun başarısını etkilemektedir.


4. Fetüsün yetersiz beslenmesi, ilerideki yaşamda hipertansiyona eğilimi neden arttırabilir?

İ.Ş.

Bugüne kadar yapılan birçok araştırma, beslenmenin çeşitli konularda önemini ortaya koymuştur. Çalışmalar, yetersiz beslenen toplumlarda bebek ölüm hızının, yeterli beslenen toplumlardan 10 kat daha yüksek olduğunu göstermektedir. Yetersiz beslenen çocukların büyüme hızı ve zeka gelişimleri de normalden düşük olmaktadır. Yetersiz beslenen toplumlarda enfeksiyon hastalıkları daha sık görülmekte, daha ağır seyretmekte ve daha öldürücü olmakta, kronik hastalıklar belirgin hale gelmektedir. Kilolu veya şişman olmak, yüksek kan basıncı, yüksek kan kolesterolü, kalp damar hastalıkları, inme, şeker hastalığı, bazı kanser türleri, artritler ve solunum yetersizlikleri gibi sağlık sorunları riskini arttırmaktadır.


G.L.B.

Hipertansiyon, damarın içindeki kanın damar duvarlarına yaptığı yüksek basınca verilen isimdir. Hipertansiyon, damarlarda tıkanma, genişleme veya yırtılma meydana getirebilir. Hipertansiyon nedenlerine yüksek tuz alımı, şekerle ilgili sıkıntılar; kalsiyum, potasyum ve magnezyum gibi elementler içeren besinlerin yetersiz tüketilmesi verilebilir. Bu durumda fetüsün yetersiz beslenmesi ve gelişiminde önem arz eden mineral vb. maddelerden eksik kalması, ilerideki yaşamında hipertansiyona olan eğilimi arttırabilir.

L.A.

Yetersiz beslenme fetüsün ihtiyaç duyduğu önemli maddelere ulaşamamasına neden olur. Bu da ilerideki yaşamda hipertansiyon gibi çeşitli sağlık problemlerine yol açabilir.