EMEK PİYASALARI


Amaç: İstihdam ile sağlık arasındaki ilişkiler hakkında bilgi sahibi olmak

Öğrenim hedefleri:
1. 21. yüzyılda emek piyasasında yaşanan değişimleri ve sağlık üzerine etkilerini tanımlayabilmek
2. İşsizliğin sağlık üzerine olumsuz etkilerini tartışabilmek
3. İşsizliğin ve iş güvencesizliğinin ruh sağlığı üzerinde olumsuz etkilerine ilişkin somut kanıtlar gösterebilmek 

Danışman: İlker Belek


(Ş.D.)

Sağlık kişinin ruhsal ve fiziksel iyilik halidir. Dolayısıyla sağlık incelemesinde bu iki kavram ayrılmaz bir bütün olarak değerlendirilmelidir.

70'li yılların emek piyasası ağır sanayinin sendikalarla denetlenen, sağlık ve güvenlik tedbiri sorgulanan, işçi haklarının talep edildiği bir dönemdir. 80'li yıllarda ortaya çıkan esnek emek piyasası özelleştirmeleri beraberinde sendikalarla denetlenmeyen, patronun kendi başına hareket ettiği bir piyasa ortaya çıkarır. 80'li yıllara bakıldığında İngiltere ve ABD'nin yaşadığı kriz ve dünyaya yansımaları sonucu işsizliğe 2 tür cevap doğmuştur: düşük ücretli vasıfsız işçi ve işsizlik maaşının yüksek tutulması ile doğan işsizlik artışı.

80'li yıllardan günümüze yapılan araştırmalar sonucu işsizliğin ve iş halinde iş güvencesizliğinin işçi üzerinde olumsuz etkiler doğurduğu görülmüştür. Bu araştırmalar işsizliğin yeni dönemini kapsar

Çalışan kişi kimliğini oluşturma yolunda ilk adımını atmıştır ki bu genç kesim için önemlidir. Ciddi davranış sergiler. Ekonomik özgürlük sınırlarını zorlamasına sebep olur. Toplumsal statü kazanır. Özsaygı ve bireyler arası iletişim sonucu başkalarına saygıyı da beraberinde getirir. Ayrıca hareketli bir yaşam fiziksel sağlık için gereklidir.

Ekonomik yönden ele alınırsa yoksulluk yaratabilir. Yoksulluk işsiz kalmakla değil işsizlik maaşının düşük olmasıyla olur. İşsizlik maaşı da patronun sunduğu maaştan az olur ki bu da işsizi aktif olarak iş aramaya yöneltir. Bu süreç uzarsa kişinin kendinden beklentileri azalır. Kendine güvenini kaybeden birey ciddiyetsiz davranışlar sergiler. Bu durum artar ve uzun süren işsizlik sonrasında sabit devam eder.

Türkiye şartlarında bu maddelere bir ek de cinsiyet ayrımı eklenmelidir. Kadının çalışması ve ekonomik özgürlüğünü elinde bulundurması hem kendi sağlığı açısından hem de gelecek nesillerin eğitimi açısından değerlidir. Geleceği eğiten annelerin toplumda söz sahibi olup toplumsal yapı kazanması sağlıklı ve eğitimli bir toplumu ayrıca nüfusu dengede bir toplumu yaratır.

Değişen emek piyasasının yarattığı işsizlik ve iş güvencesizliğinin ruh sağlığı ve fiziksel sağlık üzerine etkileri üzerine daha çok madde eklenebilir. Çözüm olarak eğitimin ve patronun kamulaştırılması olacaktır. Sendikalarla denetlenen iş alanları işçi ve işsiz bireylerin sağlığı açısından ve daha bir çok konuda kalıcı çözüm getirir. Günümüz yaygın politikası tek işsizlik dönemine dayanan genel ihtiyaç listesi gibi insanı basit bir organizmaya indirgeyen kısa süreli çözümlerdir. Durumun ruhsal sonuçları da göz ardı edilmemelidir. Uzun süreli çözümler için hem işçinin tatminkarlığı için de iş eğitimi önemlidir. Ama eğitim kişiye bırakılmıştır ya da stajyerlik kaldırılmıştır. Staj içinse araya çok zaman girmemelidir. İnsan öğrendiğinin ete kemiğe bürünmüş halini ne kadar hızlı görürse o kadar yavaş tükenir. İş sürecinde iş eğitimi kişinin işine güvenini ardı sıra ürettiğini değerini arttırır ve işsizlik döneminde daha az psikolojik sorunlar yaşar çünkü yaptığı işten emindir.

Kısacası krizin dünyaya getirdiği esnek emek piyasası işçi ve işsiz üzerinde çoklu sağlık sorunları doğurur. Bu sorunların artması insan kalitesini dolayısıyla toplum kalitesini etkiler. Kalıcı çözüm temeli değiştirmekle mümkündür. 


(A.A.)

Bu tartışma materyalinde gönderilen eğitim materyalinden faydalanarak, tartışma sorularının yoğunlaştığı işsizlik başlığına dair görüşlerimi, Türkiye’den güncel örnekleri de ele alarak paylaşacağım. Öncelikle emek piyasasının esnekliğini ele alalım. Esnek emek, çalışma koşulları zemininde ücretlerin aşağıya doğru, çalışma saatlerinin ise yukarıya doğru esnetilebilirliğini ifade eder. Güvence yerine güvencesizliği, sürekli ve aynı mekanda çalışma yerine geçici ve farklı mekanlarda çalışmayı, yani kısaca emek piyasasında ve çalışma koşullarında kuralsızlaşmayı talep eder. Esneklik ile ilgili sevdiğim tanımlardan birisi Mine Sipil’in Gelenek dergisinde “Sömürüyü Artırmanın Yeni Adı: Esneklik” yazısında ifade ettiği haliyle: Emek piyasalarında yüz elli yıl öncesinin koşullarına dönüş.

19. Yüzyıl işçilerinin çalışma koşulları İngiltere’de Emekçi Sınıfların durumu kitabında Friedrich Engels tarafından ayrıntılı bir biçimde gösterilmiştir. Ancak gerek yerli gerek yabancı sermayenin benzer koşullara duyduğu ihtiyaç, yenilikçiliğin ve çağdaş ekonominin koşulu olarak dile getirilmiştir. Kapitalizmin temel kriz dinamiklerinden biri olan kar oranlarındaki düşüş eğilimi, 70’li yıllarda sermaye birikiminin tıkanmasıyla birlikte Fordist üretim modelinde krize neden oldu. Esnek emek piyasası, bu krizin aşılmasında kullanılan araçlardan biri oldu. Emeğin esnekliği ile birlikte, işgücünün sermayenin yoğunlaştığı yerlere aktarımı, emeğin sermaye ihtiyaçlarına hızlı cevaplar verecek şekilde yeniden organizasyonun önünü açtı. İşçi ücretlerinde yasaların koruyuculuğunun ortadan kalkmasıyla birlikte, işçi maliyeti düşürüldü ve kar oranları artırıldı.

Türkiye’de sermaye, esnekliği uluslararası sermayeye entegrasyonun bir gerekliliği olarak dayattı. 1980 darbesiyle ve 24 Ocak kararlarında öne çıkan dışa açılma programı, rekabet gücünün artırılması için ücretlerin düşürülmesini gerektiriyordu. Türkiye’de de emek piyasasının esnetilmesi bu ihtiyacı karşıladı. Emek piyasasının esnetilmesi resmi kayıtlara göre işsizliği azaltmışsa da, “çalışmayan” şeklinde ifade edebileceğimiz, işsizlerle birlikte ekonomik olarak aktif olmayan(yani aktif olarak iş aramayan) bireyleri de içeren toplamın bileşenlerinde bir değişime yol açmıştır. İşsizliğin resmi kayıtlara göre azalması ise, toplumsal bir kazanımdan çok, esnek emek piyasasının sonucu olarak ortaya çıkan iş güvencesizliğinin istatistiklere yansımasıdır. Bu sayede haftada 1 gün çalışan bir işçi resmi kayıtlara çalışan olarak geçmektedir.

Bununla birlikte aktif olarak iş aramayan ve gerekçe olarak hastalığını öne süren insanların oranında 21. Yüzyıl itibariyle ciddi bir artış görülmüştür. Bu kişilerin yarısı psikiyatrik bir rahatsızlıktan şikayetçiydi. Şimdi buradan psikiyatrik hastalıkların işsizlik ve iş güvencesizliği olgularıyla ilişkisine geçelim. Bu konuda meseleye diyalektik yaklaşmanın ve psikiyatrik hastalıkları multifaktöriyel olarak ele almanın önemli olduğunu düşünüyorum. Psikiyatrik hastalıkları, çevresel koşulları göz ardı ederek, sadece beyindeki fizyolojik mekanizmalardaki bir aksaklık, moleküler düzeyde istenmeyen bir değişiklik olarak ele alan yaklaşımı yöntemsel açıdan metafizik bir yaklaşım olarak değerlendirmekteyim. Bu bakış açısı hastalığının oluşum sürecinin bir kesitini ele almakta, bütünsel bir değerlendirmeyi yansıtmamaktadır. Bu da tedavide başarı oranını düşürmektedir. Akif Akalın’ın “Depresyona Marksist Yaklaşım” yazısına konu olan araştırmada hizmet sektöründe kar amacı güden özel kuruluşlarda çalışan işçilerde depresyon eğiliminin, kar amacı gütmeyen devlet kurumlarında çalışan işçilere oranla daha yüksek olduğu görülmüştür. Kar oranını artırmaya dönük uygulamalar, özel sektör çalışanlarının kendi emeğine yabancılaşmasını derinleştirmektedir. Buradan 70’lerde yaşanan krizi aşmak için uygulamaya konan özelleştirme politikalarının depresyona eğilimi artırdığı sonucuna varılabilir.
Özelleştirmelerin bireyin sadece psikolojik sağlığına değil, fiziksel sağlığına da etkisi gözlenmiştir. Özel sektöre devredilen kurumlarda, satıştan önceki dönemlerde çalışanların kardiyovasküler risk faktörlerinde artışlar görülmüştür. Şimdi işsizlik başlığına geçelim. İşsizliğin sağlık üzerine olumsuz etkilerinin pek çok sebebi olabilir. Eğitim materyali 3 ana mekanizma üzerinde durmuş: Yoksulluk, işsizliğin yarattığı stres ve işsizlik süresinde sağlıkla ilişkili davranışlarda değişiklikler.
DSÖ yoksulluğu dünyadaki en büyük katil olarak tanımlamış ve Uluslararası Hastalık Sınıflamasında bu soruna ayrı bir kod vermiştir. (Z59.5) (İlker Belek-Sınıf Sağlık Eşitsizlik) Eğitim materyalinde yer verilen çalışmalarda işsizliğin sağlık üzerindeki olumsuz etkilerinde başlıca aracı etkenlerin mevcut veya yaklaşan finansal problemler olduğu belirtilmiştir. Bunun yanında gelir dağılımının, özellikle orta ve yüksek gelirli ülkelerde, sağlık düzeyinde ulusal gelire göre daha belirleyici olduğu görülmektedir.
İşsizliğin ruh sağlığı üzerine olan etkisini ise eğitim materyalinde kullanılan verilerden ve Türkiye’de yakın bir zamanda yaşanan bir intihar olayı üzerinden ele alacağım. Araştırmalar işin bireye mali konular dışında da katkıları olduğunu göstermiştir. İş deneyimi bireyi psikolojik ve toplumsal açılardan beslemektedir. İtalya’da yapılan bir araştırma işsiz kaldıktan sonra aynı ücreti alsa dahi bireyin psikolojik sağlığında bir bozulma meydana geldiğini göstermektedir. İşsiz erkekler arasında kendine zarar verme eğilimi daha yüksektir. Burada bu konuyla ilgili ele alacağım örnek: İsmail Devrim. Sanayi bölgesi Gebze’de vasıflı bir metal işçisi kendisi. İntiharı medyada “Çocuğuna pantolon alamayan baba kendini astı” ifadeleriyle yer aldı. İsmail Devrim kurban bayramında geçirdiği bir kaza sonucu kolunu kullanamaz hale geliyor. SSK’dan aldığı rapor ücreti kendisinin ve ailesinin ihtiyaçlarını karşılamak için yeterli değil. Ancak yine de İsmail Devrim’in içinde bulunduğu ekonomik zorluklar, intihar gibi radikal bir reaksiyonu tetikleyecek düzeyde değil. Kuzeni ölüm nedeni için “aşırı gurur” diyor. Eşi İsmail Devrim’in kazadan sonra sürekli ayna karşısına geçip koluna baktığını söylüyor. Bu veriler ışığında intiharın olası nedenleri arasında bir kimlik bunalımı yattığı görülüyor. Vasıflı bir işçinin üretken emeği, işçinin kimliğini yaratan başlıca faktör olarak öne çıkıyor. Sonuç olarak işçinin işini kaybettiğinde yaşadığı sosyal izolasyon ve çekiş gücünün (gün boyunca ve bir günden diğerine ilerleme sebebi) yokluğu, kimlik bunalımıyla (eğer vasıflı işçi ise) birlikte psikolojik sorunlara ve intihara olan eğilimi artırmaktadır.
İncelediğimiz eğitim materyali ile ilgili bir yöntem eleştirisi yapma ihtiyacı duymaktayım. Kitabın bu bölümünde sağlık sorunları ve üretim biçimi arasındaki nedensellik ilişkileri mantıksal sonucuna kadar götürülmemiş. İşsizlik, yoksulluk, esnek emek piyasası (araştırmaların yapıldığı tarihler genelde Fordist üretim modelinden esnek üretime geçiş tarihlerine denk düşüyor) toplum sağlığındaki bozulmanın birer kaynakları olarak ele alınmış, ancak işsizlik ve yoksulluğun nedenleri yeterince incelenmemiş, bir ölçüde esnek emek piyasasının sonuçları olarak görülmüş. Peki esnek emek piyasası, hangi ihtiyacın ürünü olarak ortaya çıkmıştır ? Üretim modellerinde değişimi zorunlu kılan, kapitalist üretim biçiminin kaçınılmaz krizleri değil midir? 2. Dünya Savaşı sonrasında Taylorist üretim modeline alternatif olarak ortaya çıkan Fordist Üretim, yabancılaşma sorununu hafifletmeyi ve emek piyasasına sosyallik kazandırmayı hedefliyordu. Ancak yaşadığı krizlerle birlikte yabancılaşma derinleşti ve işsizlik arttı. Sonrasında esnek üretim de benzer şekilde yabancılaşmanın azalacağını vaaz ederken, bugün tam tersi sonuçlar verdiği görülebilmekte.
Sonuç olarak sorunların sınıfsal bir perspektifle ele alınmamış oluşu, kapitalist üretim ilişkileri ile bu sorunlar arasındaki bağın kurulamamış olmasına ve sorunların hatalı olmasa da eksik bir tahliline neden olmuş. Bu da çözüm önerilerine yansımış ve artı-değer sömürüsünün ortadan kaldırılması, üretimin kar odaklı değil toplum odaklı yapılandırılması gerekliliğine yer verilmemiş. Ben birçok toplumsal sorun gibi halk sağlığına konu olan sorunlarında Marksist bakışla ele alınması gerektiğini düşünmekteyim.
******************************************************************************************************************************************************************


Merhaba arkadaşlar,

Bu modülde dikkatinizi biraz “ideoloji” veya “dünya görüşü” üzerine çekmek istiyorum. Materyalimizin 101. Sayfasında “işsizlik ve sağlık” arasındaki ilişki tartışılıyor. Biliyorsunuz benzer bir tartışma “yoksulluk ve sağlık” arasındaki ilişkide de vardı.

Burada tartışılan işsizlik / yoksulluk ile sağlık arasında bir ilişkinin “varlığı” değil, böyle bir ilişkinin varlığını “aklı başında olan” herkes kabul ediyor, ilişkinin “yönü”. Yani hangisi önce geliyor veya hangisi diğerine yol açıyor meselesi tartışılıyor ve bu tartışma 200 yıldır sürüyor. (Türkiye’de akademisyenlerin büyük çoğunluğu, hasbelkader oturdukları koltuklarını yitirme kaygısıyla böyle konuları ele almaktan kaçındıkları için bu tartışmalar için maalesef yerli ve milli kaynak göstermek zor).

Bu tartışma bir bakıma yumurta – tavuk diyalektiğine benziyor, fakat benim asıl dikkat çekmek istediğim nokta, bu tartışmalarda karşılıklı konumlanışın esas olarak “ideolojik” temellere dayanması. Yani yoksulluk mu (veya işsizlik mi) sağlığı olumsuz etkiler, yoksa insanlar sağlıklarını yitirdikleri için mi yoksullaşır (veya işsiz kalır) tartışmasında insanların tutumunu tamamen “dünya görüşleri” belirler. Zaten bu nedenle tartışma 200 yıldır sürüyor ve bir sonuca bağlanamıyor.

Bu meselenin önemi şurada: eğer işsizliğin (yoksulluğun) sağlığı olumsuz etkilediğine inanıyorsanız, mesela 101. Sayfadaki istatistikte daha sağlıksız görünen ev kadınlarına istihdam olanakları yaratmaya, sağlıklarını bu yoldan iyileştirmeye çalışırsınız. Eğer kendilerinin sağlıklı olmadığını düşünen bu kadınların, bu nedenle işsiz (veya yoksul) olduklarını düşünüyorsanız, ev kadınlarına yönelik sağlık hizmetlerine ağırlık verir, onları “iyileştirir” ve işsizlikten ve yoksulluktan kurtulmalarına yardımcı olmaya çalışırsınız.

Yalnız sağlıkta değil, başka alanlarda da bu tartışmanın versiyonlarını görüyoruz. Yakınlarda çok moda olan Grameen Bank / Mikro kredi yaklaşımı da bu tartışmaya örnektir. Türkiye’de de aynı mantıkla kadınlara kredi verilerek “kalkınacakları”, yoksulluğun yenileceği savunulmuştur. Yine sahile vuran deniz yıldızlarını “kurtaran” ve neyi değiştirdiği sorulduğunda, “bir tanesi için değişti” diyen de, farkında olmasa da, “ideolojik” bir tutum içindedir.      

Bu nedenle tıp “sosyal” bilimdir ve sağlıkla ilgili “çözümler” asla teknik (ilaç, teknoloji vb) olamaz, “politik” olmak zorundadır. Diğer bir deyişle Türkiye’deki halk sağlıkçılar arasında yaygın olan, her gelen hükumetle değişmeyecek, “devlet politikası” olarak sağlık politikası belirlenmesi düşüncesi maalesef pür cehalettir.  

Tartışma Soruları

1. Emek piyasasının esnekliği ne demektir, emek piyasası hangi amaçla esnetilmek istenmektedir?

2. 21. Yüzyılda kapitalist ülkelerde işsizliğin doğasında nasıl bir değişim gerçekleşmiştir?

3. İşsizlik hangi ana mekanizmalarla sağlık üzerine olumsuz etkiler yapar?


4. İşsizliğin ruh sağlığı üzerine olumsuz etkileri bulunduğunun kanıtları nelerdir?