Amaç:
Sosyoekonomik durumun sağlığı nasıl belirlediği hakkında bilgi sahibi olmak
Öğrenim
hedefleri:
1. Sağlıkta sosyal gradyanı (toplumsal yokuşu)
tanımlayabilmek
2. “Birikim modelini” açıklayabilmek ve “yol modeli”
ile farkını tanımlayabilmek
3. Kritik sosyal geçişler üzerinde etkili faktörleri
sıralayabilmek
Danışman: Akif Akalın
Danışman: Akif Akalın
A.O.Ö
Ailenin mevcut sosyoekonomik durumuna
bağlı olarak; annenin doğumdan önce yetersiz beslenmesi, evliliğin akrabalık
bağı bulunan bireyler arasında gerçekleşmesi gibi faktörler sonucu bebeğin
herhangi bir engelliliğe veya kronik hastalığa sahip olması, direkt olarak,
ileriki yaşantısında o bireyin sosyal ve sağlık durumunun belirleyicisi olarak
etki eder. Ayrıca yaşam seyri perspektifi ile baktığımızda bireylerin
yaşantılarının herhangi bir kesitinde, mevcut durumlarının önceki
yaşantılarındaki sosyal ve sağlık durumları ile paralel gittiğini görürüz.
Doğumdaki avantaj ve
dezavantajlarımızı ailemizin bulunduğu toplumsal sınıf belirler (burada en sık
kullanılan faktör doğum ağırlığıdır). Buradan hareketle doğum ağırlığı yüksek
olan bireyler çocukluk çağında daha iyi gelişecekler ve eğitim alacaklardır
çünkü bunlar ailenin ve yaşanılan evin imkanları ile sağlanmaktadır (burada en
sık kullanılan faktör büyümenin kesildiği yaş ve tamamlanan/bırakılan eğitim
seviyesidir).
Mevcut boy ve alınan eğitimdeki
kalite, bireyin gireceği ilk iş kolunu ve başarısını belirlemektedir (burada en
sık kullanılan faktör işin kol emeği gerektirip/gerektirmemesi ve işsiz
geçirilen yıllardır). Buradan hareketle kol emeği ile çalışan bir birey önceki
yaşantısında kötü sosyal/sağlık koşullarına sahip olmuştur ve işi gereği daha
kötü sağlık koşullarının oluşması riski altındadır, ileride sahip olacağı
kronik hastalığı o bireyin kol emeğini satmasına engel olacak ve o birey daha
uzun işsiz yıllar geçirecektir.
Aynı durumda daha üst toplumsal sınıf
mensubu aileden gelen ve işi kol emeği gerektirmeyen birey bir kronik hastalığa
sahip olduğunda bu durumu telafi edecek maddi birikime sahip olacak ve
çalışmaya devam edebilecek (sosyal koruma). Bireyin mensubu olduğu toplumsal
sınıf, o bireyin maddi birikimini dolayısıyla emeklilik yaşını belirleyecek
buna bağlı olarak iş koluna bağlı risklere maruziyet süresi değişecektir.
Bütün bunlar bireyin sağlıklı veya
hasta olarak yaşayacağı süreyi belirlemektedir. Yani doğumdaki avantaj ve
dezavantajlarımız ömür boyu devam etmektedir.
Bireyin yaşantısındaki sosyal ve
sağlık durumu, yaşamının her kademesinde bir sonrasını öncüllemektedir. Bireyin
mevut durumu, sağlığı ve psikososyal durumu üzerinde kalıcı izler
bırakmayabilir fakat tüm süreç biyolojik, psikososyal izler bırakmaktadır (VKİ,
boy, hastalıklar, kadınların ailelerinin mensubu olduğu sınıftan daha üst
sınıfa geçmesine rağmen sosyal alışkanlıkları, sigara gibi, devam ettirmesi).
Bütün bunlar birbirlerine bağlı olarak/olmayarak yaşantı boyunca
birikmektedirler.
Yaşantısının herhangi bir kesitinde
daha üst toplumsal sınıfa geçen bireyler, önceki dezavantajlı durumlarının
üzerlerinde bıraktığı izleri taşımaktadırlar. Bunlar; boy, kronik hastalığa
sahip olma durumu gibi çok önceden belirlenmiş veya ileriki yaşantılarında,
geçtikleri avantajlı sınıfa rağmen, bazı hastalıklara yatkın olmalarına (yüksek
kan basıncı, mide kanseri vb.) yol açmaktadır. Ayrıca aşamayacakları zararlı
sosyal alışkanlıkları da yeni avantajlı durumlarına taşıyabilirler (sigara,
alkol bağımlılığı gibi).
Sosyal devlet uygulamaları sağlığın
belirleyicilerinden sosyal eşitsizliği (toplumsal sınıfları) ortadan
kaldıramayacağı için sorunu tamamen çözemez. Ancak hayatının her evresinde
ayrıcalıklı toplumsal sınıfa mensup bir birey ile diğer uçta her evresinde en
alt toplumsal sınıfa mensup bir birey arasındaki açı farkını sağlığa erişimi
kolaylaştıran, işsizlik güvencesini daha kapsayıcı kılan, risk gruplarına göre
önleyici sağlık hizmeti sunan vb. politikalar geliştirilerek azaltabiliriz.
Bugün, bahsettiğimiz sosyal eşitsizliklerin kaldırıldığı bir toplumsal düzenin
örneği dünyada kendini dayatmadığı için, olması gerekenin aksine bu açı farkı
daha da açılmaktadır.
Bir bireyin, çocukluğundan
emekliliğine kadar yaşantısının herhangi bir kesitinde gerçekleşebilecek sosyal
statüsündeki yaşam seyri değişimi kritik sosyal geçiş olarak tanımlanır (kalıcı
zararlara neden olabilme eğilimi taşımaktadır). Yaşam seyri perspektifi, bu
geçişlerin çoğunlukla alt sınıf mensubu bireylerde gerçekleşeceğini ve üst
toplumsal sınıf mensubu bireylerin bu geçişleri telafi edecek hatta avantaja
dönüştürecek birikime sahip olduğunu gösterir.
KATILIMCILARIN SORULARI / DÜŞÜNCELERİ
İ.Ş.
Bireyin sosyoekonomik düzeyi, kültürel konumu ve ruhsal durumu onun sağlığını ve hastalıklarla baş etme gücünü doğrudan etkilemektedir. Ülkedeki yoksullaşmayla bağlantılı olarak gerçekleşen işten çıkarmalar sonucu bireylerin bağlı oldukları sağlık acentalarıyla ilişkileri kesilmekte ve sağlık hizmetleri sekteye uğramaktadır.
Okur yazarlık oranının yükselmesi bireylerin sağlık bilincini arttırmakta, tedavi kuruluşlarına sorunları içinden çıkılamaz hale gelmeden başvurmalarını sağlamaktadır.
Yaşanılan ülkenin gelişmişlik düzeyi bireyin sağlığını etkileyen başlıca faktörlerden biridir. Gelişmiş bir ülkede bireyin sağlığının korunması ve hastalıkların tanı, tedavi ve rehabilitasyonlarına ayrılan fonları az gelişmiş ülkelere göre daha fazladır.
Sağlık hizmetleri tarihsel olarak ya din / hayır kurumları tarafından sunulmuş, ya da ödeme gücü olanlar ihtiyaç duydukları sağlık hizmetini bedelini ödeyerek satın almıştır. On dokuzuncu yüzyıldan itibaren din / hayır kurumları toplumun ihtiyaçları karşısında yetersiz kalınca, batı Avrupa ülkelerinde çalışan / yoksul insanlar kendi aralarında “yardım sandıkları” kurmaya başlamıştır. Bu sandıklara belirli bir aidat ödenmekte, hastalık ve ölüm gibi durumlarda giderler sandık tarafından karşılanmaktadır.
1850’lere gelindiğinde Avrupa’daki sendikalar ve işçi sınıfı partileri, sağlık hizmetlerinin “devlet hizmeti” olarak sunulması gerektiğini savunmaya ve bunun için mücadele etmeye başlamışlardır. Bu dönemde mücadelenin yoğunlaştığı ülkelerden biri olan Almanya’da, tarihteki ilk “kamusal” sosyal sigorta örgütlenmiştir. Sağlık hizmetleri işçiler ve işverenlerden kesilen primler ve devletin katkısıyla oluşturulan fondan karşılanmaya başlamıştır. Bu sistem (Bismack modeli) kısa sürede Avrupa’da yaygınlaşmıştır.
Bu finansman modeli, “istihdama dayalı” (korporatist) bir modeldir. Sigortalı olarak çalışanlar sosyal güvence altına alınmıştır. Ancak bu durum aynı zamanda modelin “yumuşak karnıdır”. İ.Ş.’nin ifade ettiği gibi ekonomi kötüye gidip, emekçiler işten çıkartılmaya başlandığında, işçi yalnızca işini değil, aynı zamanda sosyal (sağlık) güvencesini de yitirmektedir. Bu durumda insanlar sağlık hizmetine en çok gereksinim duydukları bir dönemde, sağlık hizmetine maddi nedenlerle erişememektedir.
Yunanistan’da son yıllarda yaşanan kriz sırasında milyonlarca insan sağlık güvencesini yitirince, Yunanistan’ın birçok yerinde emekçiler, 18. Yüzyıldaki gibi “dayanışma klinikleri” örgütlemek zorunda kalmışlardır. Gönüllülerin çalıştığı bu kliniklerde, sigortası olmayan Yunanistanlılara ve göçmenlere sağlık hizmeti sunulmaya, bağış olarak toplanan ilaçlarla tedavileri sürdürülmeye çalışılmıştır.
Sosyalist ülkelerde ise sağlık hizmetleri “genel bütçeden” finanse edilmektedir (Semaşko modeli). Küba’nın Sovyetler Birliği yıkıldıktan sonra tarihinin en büyük ekonomik krizine girmesine rağmen (Özel Dönem), hiçbir Kübalının sağlık güvencesinden yoksun kalmamış olması, Semaşko modelinin üstünlüğünü ortaya koymuştur.
**********************************************************************************************************************************************
A.Y.
Merhaba,
Öncelikle yazıdan çok etkilendiğimi belirtmek isterim. 2 çocuk annesi ve doktora eğitim seviyesine gelmiş biri olarak bu ayrıntıdan daha önce haberdar olmamak üzücü. Bu vesile ile bir kez daha bu programa emeği geçenlere çok teşekkür etmek isterim. Bu bölüm ile ne tür bir okur-yazarlık kazanacağımı da sanırım anlamış oldum.
İş güvencesi, sosyal haklar, kıdem-ihbar tazminatlarının önemi düşündüğümden de yüksekmiş. Hatta buz dağının görünmeyen kısmı varmış. İş sağlığı ve güvenliği kapsamına alınması gereken bir başlık sanırım.
Toplumsal açıdan da tüm halk bilinçlendirilmeli ama nasıl. Eğitim istenmiyor. Bilinçlenme de. İş sağlığı ve güvenliğinde işçiye karşın işçiyi korumaya çalışıyoruz. Aynı şekilde topluma karşı toplumu nasıl koruyabiliriz.
Saygılarımla,
******************************************************************************************************************************************************************Bu bölümde biyolojik varlık ile sosyal varlık arasındaki ilişki başka bir açıdan değerlendirilmiş.
Aslında yazarın anlattığı “anamnez” tekniği Hipokrat’a kadar uzanıyor, fakat burada hastanın öyküsünün, hastanın “sosyal” özelliklerini de kapsayacak şekilde ve yaşamının tamamına yayılarak genişletildiğini görüyoruz.
Bu noktada tartışma konusu şu: Birçok durumda hastalığın nedenleri, teşhis konduktan sonra, hastanın “tedavisi” yönünden çok da önemli değildir. Örneğin hastaya KOAH teşhisi konmuşsa, bu ister sigaradan olsun (davranışsal), ister kaynak yaparken lehim dumanı solumasından olsun (mesleki), ister evin sobasında tezek yakmasından olsun (çevresel) tedavi üzerinde büyük bir etkisi olmayacaktır. Açıkçası zaten çoğu durumda yapacak fazla bir şey de yoktur. Belki neden bilinirse bundan uzak durması (sigarayı bırak, işini değiştir, sobanda kömür yak gibi) söylenebilir fakat hastanın bunları yapabilmesi de “pratikte” çok kolay değildir.
Bu nedenle “biyomedikal” yaklaşımı (tıpta anaakım yaklaşım) benimseyen hekimler, “önemli olan hastanın tedavisi” diye düşündüğünden, hastalığın sosyal (davranış, mesleki, çevresel vb) boyutlarına değil, yalnızca “biyolojik” boyutuna (patolojiye) odaklanıyor. Bu indirgemeci yaklaşımla “birey düzeyinde” belki hasta tedavi oluyor, belki olmuyor ama günün sonunda KOAH meselesi “toplumsal” boyutuyla sorun olmaya devam ediyor.
“Toplumcu” yaklaşım, biyomedikal yaklaşıma “alternatif” değil, biyomedikal yaklaşımı “genişleten” bir yaklaşım. Bu yaklaşımda da elbette hastanın tedavisi için ne gerekiyorsa yapılıyor, ek olarak hastalığın “sosyal” boyutu ortaya konarak, hastalığın ortaya çıktığı ve geliştiği zemin de ortadan kaldırılmaya çalışılıyor.
Başka bir örnek verelim: sivrisinek sorunu. Biyomedikal yaklaşım yalnızca sivrisineğin insanı sokmasına odaklanıyor. Bataklığı kurutuyor, larvaları öldürüyor, sivrisinekleri öldürüyor, cibinlik veriyor, sivrisinek kovucular kullanıyor fakat sivrisineğin insanı soktuğu “sosyal bağlamı” görmeye çalışmıyor: Neden bu insanlar sivrisineklerin sorun yaratacağı bir yerde yaşıyor? Sivrisinek sorununun “sosyal, ekonomik, politik” belirleyicileri neler?
Dediğimiz gibi toplumcu yaklaşım sivrisinekler insanları sokarken, “durun önce bunun sosyal bağlamını tartışalım” demiyor. Biyomedikal yaklaşıma artı olarak sosyal – ekonomik hatta belki politik (savaş, göç, sürgün vb) bağlamları da sorgulayıp “köklü” çözüm arıyor. Zaten bu nedenle genellikle “radikal” olmakla niteleniyor.
Biyomedikal yaklaşım “hastalıkların doğal seyri” paradigmasını kullanır. Buna göre insan “başlangıçta” sağlıklıdır. Sağlığını olumsuz etkileyecek bir şeylere maruz kalır. Bu maruziyet hastalanmasına neden olabilir. Hastalanırsa tedavi edilir, ya iyileşir, ya durum kronikleşir veya ölür. Bu çerçevede hastalığın üç evresi vardır: henüz şikayetlerin ortaya çıkmadığı fakat hastalığın gelişmeye başladığı evre, hastalık evresi ve nekahat.
Biyomedikal yaklaşım önleyici ve tedavi edici (iyileştirici) tedbirlerini bu paradigmaya göre planlar. Hastalığa neden olabilecek maruziyetler giderilmeye çalışılır (aşılama), hastalık belirtileri ortaya çıkmadan erken tanınmaya çalışılır (tarama), hastalar tedavi edilir ve bir komplikasyon, sakatlık gelişmemesi için tedbir alınır, gerekirse rehabilitasyon uygulanır.
Bu yaklaşımın “felsefi” kusuru, sağlığı ve hastalığı “ayrı” kategoriler olarak görmesidir (pozitivist yaklaşım). Oysa hastalık ve sağlık aynı madalyonun iki yüzü veya zıt kutuplarıdır ve ölüm gerçekleşene kadar birbirlerinden ayrılamazlar, ancak belirli bir anda biri diğerine baskın olabilir (diyalektik maddeci yaklaşım).
Bu nedenle toplumcu yaklaşım hastalığın doğal seyri paradigması (mekanik) yerine hastalığın sosyal seyri (hastalığın politik, ekonomik, sosyal belirleyicileri) paradigmasını (dinamik) benimser. Burada üretimin sosyal ilişkileri temelinde yükselen ilişkilere bakar. Çünkü hastalığın da, hastalığa ilişkin tıbbi bilginin ve uygulamaların da doğasını bu ilişkiler belirler.
Bu konulara ilerideki modüllerde tekrar tekrar döneceğiz.
İlker Belek
Ben de bir soruyla tartışmaya
katılayım:
Akif hoca toplumcu yaklaşımın
biyomedikal yaklaşıma getirdiği katkıyı açıklamış: Hastalığın sosyal boyutunun ortaya konulması,
hastalığın ortaya çıktığı zeminin ortadan kaldırılması.
Soru şu: Bu zemin nedir? Sağlığı
bozan ekonomik, sosyal, çevresel faktörler hangi zeminde ortaya çıkar, gelişir,
etki gösterir? Ve bu zemin nasıl ortadan kaldırılabilir?
**************************************************************************************************************************************************
E.K.
Yazarların temel bir kaygısı var: Ebeveynsel dezavantajla ya da avantajla başlayan ve bunlara bireyin yaşamına etki eden avantaj ve dezavantajların eklenmesiyle devam eden yaşam seyrinin, bireyin sağlık durumuna kayda değer bir etkisi olduğu. Yaşam seyri içerisinde, dezavantajların dezavantajları ya da avantajların avantajları doğurduğu konusunu atlamamış görünüyorlar. Ancak odaklanmaya çalıştıkları bir şey daha var metin boyunca: hem avantajların hem dezavantajların birlikte bireyin yaşam seyrini oluşturması, örneğin yetişkinlik sınıfının çocukluk sınıfına göre (eğitim alma ve emek gücü piyasasında daha iyi bir iş bulmanın etkisiyle) yükselebildiği ya da düşebildiği konusu. Bu geçişlere odaklanmanın amacı nedir? Bu bireysel geçişlerin toplumun ne kadarında görülebildiği veya istatistiksel olarak ne kadar anlamlı oldukları konusunda ikna olmadan, bu geçişlerin bireyin sağlığına etkisine bakmamız bizim için ne ifade eder?
Ben şöyle anladım: Bir insanda kronik bir durum (örneğin KOAH) gelişmesinin en yıkıcı sosyal sonucu çalışabilme gücünün, dolayısıyla gelirinin azalmasıdır. Kronik durum kişiye ek masraflar (diyet vb) getirirken, geliri azalacak, hastalıkla başa çıkabilmek için yardıma gereksinim duyacaktır.
Heybesi avantajlarla dolu biri bu kritik geçişe daha ileri yaşlarda ve daha “hazırlıklı” yakalanırken, dezavantajlarla dolu bir başkası daha erken yaşta ve “hazırlıksız” yakalanır. Yazar, sosyal güvencenin bu noktada devreye girmesinin, kişinin teşhisten sonra hastalıkla başa çıkması bakımından eşitsizlikleri gidermekte çok anlamlı olmayacağını, dezavantajlara daha baştan müdahale edilmesi ve toplum içinde avantaj ve dezavantajların eşitlenmesi gerektiğini düşünüyor.
Tabii bu kapitalizmin “sigortacılık” mantığından çok farklı bir yaklaşım. Sigortanın devreye girmesi için “riskin gerçekleşmesi” gerekir, oysa yazar sigortanın risk gerçekleşmeden, daha “potansiyel” haldeyken devreye girmesini (aslında sosyal devleti değil, sosyalist devleti) savunuyor ki böyle bir şey kapitalist bir ekonomide mümkün değil (sigorta şirketi batar).
Yanıt yeterince açıklayıcı değilse genişletebiliriz, belki hocalarımız katkı yapmak isteyebilir.
**********************************************************************************************************************************************************************
L.B.
Sağlıkta eşitsizlik, hizmetlerdeki eşitsizlik ve öğrenim, meslek, sınıf, gelir gibi sosyal belirleyicilerdeki eşitsizlikler olarak 2 bileşenin olumsuz etkilenmesinden oluşur. Kapitalist üretim ilişkilerini temel alan bu etkileşimler sonucu, toplumsal yapı ve sağlık sistemleri çıkar ilişkileriyle eşitsizlikler yaratır. Eşitsizliğin temelde sınıfsal farklılıklardan kaynaklandığı gözden kaçırılmamalıdır.
Sağlıkta eşitsizlikleri azaltmanın yolu sınıfsal farklılıkları azaltmak, sağlık hizmetlerini daha ulaşılabilir ve kapsayıcı hale getirmek olmakla birlikte esas çözüm sınıflı toplum yapısının ortadan kaldırılmasıdır. Sınıfların ortadan kalkması eşit sağlık hizmetleri ve eşit toplum için şarttır. Eşitsizliklerin yok edilmesi için ideolojik bir değişim gerektiği açıktır, kapitalist ideoloji eşitsizlikleri ortadan kaldıramaz. Önce kendisini ortadan kaldırması gerekir.
Sağlıkta eşitsizlik çalışmalarında eşitsizliklerin yalnızca sağlık hizmeti sunumu ile giderilemediği, sağlığın sosyal belirleyicileri üzerine toplumsal düzeyde girişimler yapılmasının da zorunlu olduğu gösterilmiştir. Eşitlikçi vergi sistemlerinin kurulması, emek politikalarının ön plana alınması, emeklilik ve sağlık haklarının çalışanların lehine düzenlenmesi, evrensel temel eğitimin sağlanması, herkese ucuz konut ve ulaşımın sağlanması, sağlığı koruyucu politikalara önem verilmesi, kapitalist toplumlarda eşitsizliklerin azaltılması için yapılması gerekenlerdir.
TARTIŞMA SORULARI
1. Neden doğumdaki avantaj ve
dezavantaj ömür boyu devam eder?
N.B.
Yaşam seyri perspektifi, ana rahminden yaşlılığa karşılaşılan avantajların ve dezavantajların birbiriyle bağlantılı olduğunu ve birikimli ilerlediğini söyler. Bir tehlikeye maruz kalıyor olmak başka tehlikelere maruz kalmayı sağlayacaktır ya da avantajlı konumda olmak bireyi sonrasında da avantajlı kılacaktır. İçinden sıyrılması zor görünen sosyal sınıflar, sağladıkları koşullarla yaşamı boyunca bireylerde biri diğerine sebep olacak etkiler bırakır.
A.C.Ş.
Bireyler yaşam seyirleri süresince karşılaştıkları avantaj veya dezavantajlı durumların izlerini ömürleri boyunca taşır. Mevcut sağlık durumu önceki tecrübeler ile bağlantılı olarak şekillenir ve bunlar hayatın ileriki süreçlerinde hastalıklara yatkınlığı etkiler. Dolayısıyla geçmişte ve şu an parçası olunan sosyal sınıflar ve onlara bağlı sağlık alışkanlıkları ve belirleyicileri hayatın üzerine bütüncül bir etkide bulunur.
A.B.
Doğumdaki avantaj ve dezavataj ömür
boyu devam eder çünkü her şey ilk önce ailede başlar. Sosyoekonomik açıdan
dezavantajlı bir ailede doğan bir çocuğun gebelik döneminde annesinin
eğitimsizliği, gebelik döneminde alması gereken sağlık hizmetlerini alamaması,
beslenme yetersizliği, gebeliğin geçirdiği ortamdaki hijyen problemleri ve
bunun gibi hamilelikte dikkat etmesi gereken şeylere dikkat etmemesi en başta
doğumda insanın sağlık açısından daha dezavantajlı olmasına sebep olur.
Sosyoekonomik açıdan dezavantajlı ailede bakılan çocuk sağlık ve eğitim
açısından sıkıntı çekebilir, bu problemler ilerde kişilik problemlerinin
yaşanmasına sebep olur. Özgüvensiz, eğitimsiz, bir adım geride biri olarak
hayatına devam eder.
H.B.A.
Bir bireyin dünyaya geldiği ortamın ekonomik, sosyal ve kültürel çevresi fizyolojik varlığını, eğitimini etkiler. Dezavantajlı bir ortamda mevcut durum daha iyi bir duruma geçiş üzerinde olumsuz etkiler var eder. Örneğin yetersiz beslenen bir çocuğun eğitimde başarısız olmasına yol açabilir. Bu da iş hayatında daha zor, güvencesiz işlerde çalışmasına yol açar.
M.Ç.
Doğumda bir bireyin sahip olduğu
avantajlar ve dezavantajlar ömrünün sonuna kadar hayatının başka bölümlerinde
olmak üzere başka avantajları ve dezavantajları takip edecek şekilde ilişkisel olarak
devam eder. Bireyin doğum kilosu veya boy uzunluğu, bireyin yaşamındaki
avantajlarını ve dezavantajlarını belirlemektedir. Bundan dolayı birey olarak
hangi sosyal sınıfa ait olduğumuz yaşamımızda nasıl işlerde çalışacağımızı,
biyolojik sağlık kalitemizin yüksekliğini belirleyici bir faktördür.
Avantajların ve dezavantajların ömür boyu sürmesinin en önemli sebebinin bu
olguların birikerek ve birbirlerini besleyerek yola devam etmeleri olduğunu
düşünmekteyim.
2. Sosyal hareketliliği “yukarı”
doğru yaşayanlar (40 yaşındaki bir atık kağıt toplayıcı emekçiye piyangodan
büyük ikramiye çıktığını düşünün), geride bıraktıklarından (diğer atık kağıt
toplayan arkadaşlarından) daha avantajlı olurken, neden katıldıkları yeni
sınıftakilere göre daha dezavantajlı olurlar?
A.B.
Sosyal hareketliliği yukarı doğru
yaşayanlar geride bıraktıklarından daha avantajlı olurken katıldıkları sınıftakilere
göre dezavantajlı olurlar çünkü toplumda insanlara yapıştırılan etiketlerin
kalkması günümüzde maalesef oldukça zor. Bu insanların refah seviyesinin
artması çevre tarafından kabul edilmez, yargılanır ve topluma kabulde zorluk yaşanır.
A.C.Ş.
Sosyal hareketliliği yukarı doğru
yaşayanlar geride bıraktıklarından daha avantajlı olurken, katıldıkları yeni
sınıftakilere göre dezavantajlı olurlar. Toplumumuzda sınıf farklılıkları
kalıplaşmış normlar şeklindedir. Eşit olduğumuza inansak da maalesef ki sınıf
farklılıkları yaşamaktayız. Sınıflar arasında olan bu dengesizlik her hangi bir
sınıf değişikliğinde hoş karşılanmayacaktır. Ekonomik olarak daha yüksek bir
seviyeye geçildiğinde bu durum toplum tarafından kabul edilmez ve zorluk
çıkarılır.
H.B.A.
Yaşam seyrinde daha avantajlı duruma geçiş, sağlık ve kültürel durumu geliştirdiği için geride kalanlara göre daha iyi bir duruma olanak verir. Fakat yaşam seyrindeki dezavantajların birikimi katıldığı sınıftakilere göre daha fazla olduğu için o sınıfın sağlık ortalamasının altında olmasına neden olur.
M.Ç.
Yaşantısının bir bölümünde,
mesleğinde bir üst sınıfa geçen bireyler yani sosyal hareketliliğini yukarıya
doğru yaşayan bireyler katıldıkları sınıfın bireylerine nazaran daha
dezavantajlı olurlar. Bu durumun sebebi alt sınıftan gelen birey kronik
dezavantajlara sahiptir. Mesela; boyunun uzunluğu kilosunun ağırlığı vs. Aynı
zamanda hastalıklara yatkınlıkları da katıldıkları sınıfın bireylerine nazaran daha
yüksek olduğundan dezavantajlı durumları sınıf atlamış olsalar da devam eder.
Sigara ve alkol ile olan ilişkileri de bir alt sınıfın özelliklerini gösterdiği
için bu durumda kendini korumaya devam eder.
3. Sosyal devlet (refah – welfare)
uygulamaları, sağlıkta eşitsizliklerin azaltılmasına ne ölçüde etkili olabilir?
İ.Ş.
Hükümetler, İkinci Dünya Savaşı sonrasında gelişen Refah Devleti anlayışı ile ekonomik işleyişe müdahale ederek halkın refahını artırmak gayesi ile sağlık, eğitim ve gelirin yeniden dağılımı konularında politikalar oluşturmuşlardır. Bunların arasında sağlığın, toplum için hayati olduğundan dolayı önemli bir yeri vardır. Sağlık hizmetleri, toplumun tüm kesimleri tarafından ihtiyaç olunduğu zaman yeterli kalite seviyesinde ulaşılabilir olmalıdır. Bu hizmetler, vatandaşların gelir durumlarına bakılmaksızın, yasal zemini hazırlayan ve refah devletine uygun olarak devlet tarafından sağlanmalıdır. Sosyal bir hukuk devleti olan Türkiye’de, sosyal devletin gereklerinden biri olan, sağlık hizmetlerinde son on yılda önemli değişiklikler yapılmıştır.
İngiltere’de İkinci Dünya Savaşı sonrasında sağlık hizmetleri sosyalleştirildi ve herkesin gereksindiği sağlık hizmetine ücretsiz erişebilmesini garanti altına alan Ulusal Sağlık Hizmeti kuruldu. Ancak 1980 yılında araştırmacılar, geçen 35 yıl içinde İngiltere’de sağlıktaki eşitsizliklerde bir düzelme olmadığını, aksine eşitsizliklerin daha da arttığını buldular (Black Raporu).
A.B.
Sosyal devlet uygulamaları sağlıkta eşitsizlik için en etkili yollardan biri. Temelden bazı şeyleri değiştirdiğinde her şey yerli yerine oturacak. Ücretsiz sağlık hizmetleri, insanların sağlık hizmetlerine kolayca ulaşabilmesi ve sağlık hizmetlerinden yararlanabilmesi toplumdaki disabilite, mortalite oranını düşürecek.
A.C.Ş.
Sosyal devlet uygulamaları toplumdaki
eşitliğin temelini kuracaktır. Kökten bir değişiklik, toplumsal iyileşmeye
sebep olacaktır. Devletin imkan verdiği eşit eğitim, sağlık, barınma, yaşam
hakları dünyayı daha yaşanabilir hale getirecektir.
H.B.A.
Sağlıkla ilgili sosyal politikalar, dezavantajlı durumların ortadan kaldırılmasını en azından kontrol altına almasını hedef alabilir. Örneğin sağlıklı barınma ihtiyacının sağlanması, işsizliğin önlenmesi, iş sağlığının denetimi gibi konular bireylerin yaşamlarına doğrudan geliştirici etki eder.
M.Ç.
4. Kritik sosyal geçişler üzerinde
etkili olabilecek faktörler nelerdir?
H.B.A.
Eğitimsel kazanımlar, sosyal çevrenin desteği, daha iyi bir maaş gibi temel etkenlerdeki gelişmeler kritik sosyal geçişlerde etkili olmaktadır.
M.Ç.
Bir bireyin, çocukluğundan
emekliliğine kadar yaşantısının herhangi bir kesitinde gerçekleşebilecek sosyal
statüsündeki yaşam seyri değişimi kritik sosyal geçiş olarak tanımlanır. Bu
sosyal geçişlerinin itici güçleri olarak bireyin daha nitelikli ve daha güvenli
bir yaşam isteği, toplumda bir statüye sahip olma isteği olarak gösterilebilir.
Bu geçişler birey için tehlikeleri de içinde barındırır. Çünkü bir üst sınıf
alt sınıftan gelen bir bireyin dezavantajlarını yönetebilme buradan kendine
fayda sağlayabilme becerisine sahiptir.